Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

[Yorum - Mustafa Ulusoy] Said Nursi'nin yüz yıllık uyarısı

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
emiroğlu

avatar


Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 594 Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor

MesajKonu: [Yorum - Mustafa Ulusoy] Said Nursi'nin yüz yıllık uyarısı [Yorum - Mustafa Ulusoy] Said Nursi'nin yüz yıllık uyarısı Icon_minitimePerş. 24 Ara. 2009, 10:56

Klasik medrese eğitimi ile uzlaşamıyor. Kâinatı, kâinatın içinde öğreniyor. Düşünüyor, sorguluyor, tefekkür ediyor, gözlemliyor. Her türlü acıyı yaşıyor. Hiç şikâyet etmiyor. Anlaşılmıyor. Tam olarak anlaşılamayacağını biliyor.
Çok sevdiği dağlarının zifiri karanlığına alışık gözleri, karanlıkta yürümesini kolaylaştırıyor. Kötü bir şeylerin olacağını seziyor. Henüz otuz yaşında. 1907'de kendini İstanbul'da buluyor. Van, Bitlis ve Diyarbakır'da Medresetü'z-Zehrâ ismini koyduğu, Türkçe, Arapça ve Kürtçe eğitim verecek bir üniversite kurma çalışmaları yapıyor. "Ben Kürdistan dağlarında büyümüş idim. Merkez-i hilafeti (hilafet merkezini) güzel tahayyül (hayal) ediyordum." derken İstanbul'a binbir umutla geldiğinin altını çiziyor. Ancak karşılaştığı şehri "tevahhuş ve tenafur-u kulûb (kalplerin birbirinden korkması ve nefret etmesi) sebebiyle medeni libası (elbisesi) giymiş vahşi bir adam"a[1] benzetiyor.
Medeni elbisesini giymiş vahşi adam ona rahat vermiyor. Özgürlükçü ve idealist kişiliğe sahip insanların başına gelen onun da başına geliyor. Akıl hastanesine ve hapishaneye konuluyor. Hapishanede Zaptiye Nazırı Şefik Paşa, "Padişah sana selâm etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra da maaşını yirmi-otuz lira yapacak." deyince "Ben maaş dilencisi değilim, bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu, bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-ı sükûttur (sus payı)" diye yanıtlıyor. Tam ona layık bir cevap. Başka türlüsünü yapmaz, yapamaz. Kişiliği kaldırmaz. Çünkü o, ölümü ve özgürlüğü hep yanında taşıyor. Paşa, hiddet ederek padişahın emrini dinlemediği suçlamasında bulunuyor. İşte bu, ona yapılmamalı. "Ben hür yaşamışım. Hürriyet-i mutlakanın (tam bir hürriyetin) meydanı olan Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Bana hiddet fayda vermez, nafile yorulmayınız"[2] diyor. Paşa, baltayı taşa vuruyor.
1908'de Meşrutiyet'in ilanına sevinip coşkuya kapılıyor. Zulümden nefret eden ruhu istibdattan hiç hoşlanmıyor. Meşrutiyetin ilanının üçüncü günü ünlü "Hürriyete Hitap" nutkunu okuyor: "Ey hürriyet-i Şer'i! (Şeriat dairesindeki hürriyet) Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada (sesleniş) ile çağırıyorsun. Benim gibi bir Kürd'ü tabakat-ı gaflet (gaflet örtüleri) altında yatmışken utandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet zindan-esarette (esirlik zindanında) kalacaktık. Seni, ömr-ü ebedi (ebedi hayat) ile tebşir ediyorum (müjdeliyorum)."[3]
1909'da, 31 Mart olaylarına karıştığı iddiasıyla askerî mahkemede yargılanıyor, meydan okuyucu bir savunma yapıyor ve beraat ediyor. Savunmasını "Divan-ı Harbi Örfi" adı altında yayınlıyor. Mahkeme çıkışında o ünlü sözünü söylüyor: "Yaşasın zalimler için cehennem." Ona göre zulmün yurdu cehennem.
İstanbul'u, "gelin libasını (elbisesi) giymiş âcuze-i şemtâ (saçı ağarmış kocakarı)"sı onu yoruyor. Sevgili Van'ına dönüyor. Bundan yüz yıl önce. 1910'da. Milletine borçlu hissediyor kendini. Ele avuca sığmayan enerjisi, coşkusu, imanından kaynaklanan ümidi ile Kürt aşiretlerine "Dağ ve sahrayı (çölü) medrese ederek meşrutiyet dersi"[4] vermek üzere yollara koyuluyor. Belli başlı Kürt aşiretlerini dolaşıyor. Çünkü meşrutiyetin aşiretler arasında "yanlış bir surette" anlaşıldığını fark ediyor. Onları ikna edebilmek için sorular sormalarını istiyor. Bu soru ve cevapları 1913 yılında "Münâzarat" adıyla Türkçe olarak yayınlıyor.
"siz kısa yolu uzun yapıyorsunuz"
Soruyorlar: "İstibdat nedir?" İstibdadın tahakküm ve keyfî muamele olduğunu söylüyor. Kuvvete dayanarak cebr ve zorlama olduğunu, suiistimallere gayet müsait bir zemin ve zulmün temeli olduğunun altını çiziyor. Yaşamı boyunca nefret ettiği hallerden biri zulüm oldu hep. İnsanın insana yaptığı zulmün sebebi neyse, ondan da hep nefret etti. Bu yüzden istibdattan hiç hoşlanmadı. Ona göre istibdat, insaniyeti mahveden şeydi.
Soruyorlar: "Meşrutiyet nedir?" Cevaplıyor: Meşrutiyet "Onların işleri aralarında şûra iledir" (Şûra; 38) ve "Yapılacak işlerde onlarla istişare et" (Ali İmran; 159) ayet-i kerimelerin tecellisidir. Ve meşveret-i şer'iyedir (Şeriat'a göre danışmadır). O vücud-u nuraninin (nurlu vücudu olanın) kuvvete bedel hayatı hakdır. Kalbi ma'rifettir (Cenab-ı Allah'ı tanıma). Lisan-ı muhabbettir. Akl-ı kanundur, şahıs değildir. Evet, meşrutiyet hakimiyet-i millettir (milletin hakimiyeti)."[5]
Soruyorlar: "...Demek tarif ettiğin meşrutiyet daha bize selam etmemiş, ta ki biz de "ehlen ve sehlen" (hoş geldin) desek."[6] Gür sesi, yüzyıl öncesinden Doğu'nun dağlarında, ovalarında yankılanıyor. Daha o dönemde Kürtleri uyarıyor. Uyarmaktan öte yüzleştiriyor, eleştiriyor. İnsan merak ediyor. Neden meşrutiyet Kürtlere kadar gelmemiştir? Ve hâlâ da neden gelmez? Cevaplıyor: "... Sizin divaneliğinizden korkup gelememiş. Zulüm, meşrutiyetin hatası değil. Belki kafanızdaki cehaletin zulmetindendir (karanlığından). Siz divanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz... Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti (gayret ehli) dahi müstebit (baskıcı) eder."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

[Yorum - Mustafa Ulusoy] Said Nursi'nin yüz yıllık uyarısı

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: DİYAR-I İLİM :: TARİH :: İnkılap Tarihi -

/

forum kurmak | Sanat, Kültür ve Hobiler | Edebiyat, Şiir | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar