Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

[Yorum - M.Şükrü Hanioğlu] Erken Cumhuriyet ideolojisi ve Vülgermateryalizm (2)

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
emiroğlu

avatar


Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 594 Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor

MesajKonu: [Yorum - M.Şükrü Hanioğlu] Erken Cumhuriyet ideolojisi ve Vülgermateryalizm (2) [Yorum - M.Şükrü Hanioğlu] Erken Cumhuriyet ideolojisi ve Vülgermateryalizm (2) Icon_minitimePtsi 03 Mayıs 2010, 11:27

Cumhuriyet kurucusunun Büchner ve vülgermateryalizme karşı kaleme alınan reddiyelere gösterdiği ilgiye karşın bu düşünce akımının erken Cumhuriyet ideolojisi üzerindeki en kuvvetli etkisi farklı bir yolla ve bu fikirleri yeni asra taşıyan bir popüler[Yorum - M.Şükrü Hanioğlu] Erken Cumhuriyet ideolojisi ve Vülgermateryalizm (2) Spacer

Mustafa Kemal, Herbert George Wells`in The Outline of History eserinin (1920) Fransızca tercümesini (1925) okuduğunda kitaptan fazlasıyla etkilenerek derhal Türkçeye çevrilmesi talimatını vermişti. Bir hayli kapsamlı olan çalışmanın tercümesinin süratle bitirilmesi için bölümler ayrı ayrı çevirmenlere verilerek deneme 1927-1928 yıllarında beş cilt halinde ve Cihan Tarihinin Umumî Hatları başlığı altında Maarif Vekâleti tarafından yayınlanmıştı. Mustafa Kemal`in bu Türkçe baskıyı (kitaba verilen ehemmiyet nedeniyle İngilizce orijinal baskının iki nüshası da Mustafa Kemal`in hususî kütüphanesi için getirtilmişti) daha büyük bir dikkatle okuduğu ve ondan fazlasıyla etkilendiği eserin pek çok sahifesinin altını çizmesi ve kenarlarına, bâzıları oldukça uzun, notlar yazmasından anlaşılıyor. Mustafa Kemal`in Nutuk`da atıfta bulunduğu ve zikredilen eseri nedeniyle `müverrih` olarak tavsif ettiği, nâdir yabancı yazarlardan birisi olan Wells, deyim yerindeyse, on dokuzuncu asır vülgermateryalizmini, düşünülebilecek en popüler haliyle, yirminci yüzyıla taşıyan şahıstı. Nitekim ilginç kurgubilim romanları da yayınlayan bir bilim tarihçisi olan ve materyalizmin 1780-1955 döneminde Alman edebiyatına nasıl yansıdığını inceleyen Peter Smith, Büchner`in Madde ve Kuvvet`indeki temel tezin yeni asra Wells tarafından taşındığını belirtmektedir.
Herbert George Wells ve vülgermateryalizm
Pek çoğu önce The Science Schools Journal ve The Gentleman`s Magazine gibi popüler dergilerde yayınlanan Bye-Products in Evolution(1895), The Island of Doctor Moreau(1896), A Modern Utopia (1905), Men Like Gods(1923) benzeri, bâzıları daha sonra sinema endüstrisi tarafından film haline getirilen, kurgubilim hikâye ve romanları kaleme alan Wells, bunlarda kuvvetli Darwinist ve vülgermateryalist mesajlar vermeye çalışmıştı. Bu ise bir tesadüf eseri değildi. Wells prestiji yüksek Normal School of Science`da zooloji ve jeoloji eğitimi görmüş ve gözetiminde çalıştığı hocası Thomas Henry Huxley`den derin biçimde etkilenmişti. Wells şöhret kazandıktan sonra, talebesi olarak tanıdığında Huxley`in `hayatında tanışabileceği en büyük adam olduğunu düşündüğünü ve şimdi buna daha kuvvetle inandığını` ifade etmişti. Gene kendi ifadesince Huxley ile beraber çalışıp çalışmadığını sorarak istihza yollu materyalist/agnostik (bu ikinci deyimi bizatihi Huxley yaratmıştı) fikirlerini sorgulayanlara `Evet, onun adamlarından biriydim.` cevabını veriyordu (Wells 1929 yılında kendi oğlu ve Huxley`in torunu ve geleceğin ilk UNESCO Direktörü Sir Julian ile beraber bin sahifeyi aşan bir metin olan The Science of Life adlı hayatın kökeni ve evrimi konulu bir çalışma da kaleme almıştır). Wells daha sonra Huxley`in de üzerinde ehemmiyetle durduğu bir konu üzerine Londra Üniversitesi`nde doktora yapmıştı. Pek çok bilim tarihçisinin belirttiği gibi Wells`in tarih çalışmaları da dahil olmak üzere tüm eserlerini arka fonda Huxley olmadan değerlendirmek oldukça zordur. Meselâ Wells Bye-Products of Evolution`da mekanistik seleksiyon ile insanî estetik değerlerin bağdaştırılmasını savunurken Huxley`in, Büchner`inkilerle örtüşen, ancak Weismann`ın bulguları neticesinde savunulması oldukça güç hale gelmiş olan, fikirlerini neredeyse birebir şekilde tekrar ediyordu. Karl Vogt`un Vorlesungen über den Menschen(1864)`de temel tezlerini İngilizlerin, Alman materyalizmini yakalamak üzere olduklarının kanıtı olarak sunduğu, takma adı `Darwin`in Bulldog`u` olan, Huxley, bir anlamda vülgermateryalizmi İngiltere`de yayan ve Darwin`den sonra Alman materyalistlerin çalışmalarını en fazla etkileyen akademisyendi. Meselâ Büchner geçmişten geleceğe `insan`ı ele almaya çalıştığı Der Mensch und seine Stellung in der Natur çalışmasını, kitabın adının da çağrıştırdığı (Huxley`in en önemli çalışmalarından birisi Man`s Place in Nature başlığıyla yayınlanmıştı) gibi, Huxley`in tezlerinden yola çıkarak kaleme almıştı; Denys Leighton`un tabiriyle `Haeckel ise Alman Huxley`i idi.` Buna karşılık Huxley de bilhassa Haeckel`in, Darwin`i de etkileyen, Radiolora (bir grup tek hücreli deniz organizması) çalışmasından fazlasıyla yararlanmış ve bir anlamda onun kuramlarını, bilhassa rekapitülasyon teorisini, geliştirmeye çalışmıştı. Huxley, Büchner`in başta beyin ile düşünce üretimi ilişkisi olmak üzere temel tezlerini savunmasının ve Vogt`un eserlerinden derinden etkilenmesinin (Vogt`un ölümü [1895] sonrasında Die Zukunft mecmuasına bir yazı yazan Haeckel, onunla Huxley arasındaki kuvvetli benzerlikleri vurgulamaktan kendini alamamıştı) yanı sıra, Haeckel`e o denli hayrandı ki 1868 yılında Kuzey Atlantik`de bulduğunu sandığı ve evrim kuramını geliştirmede kullanmayı ümit ettiği bir deniz dibi `organizması`na Alman materyaliste atfen Bathybius Haeckelii adını vermişti (Bu bilim tarihinin ünlü skandallarından birisini oluşturacaktı. 1875 yılında Challenger gemisiyle araştırma turuna çıkan bilim adamları bu sözde organizmanın gerçekte inorganik tortu olduğunu ispatlamışlar, Huxley hatasını hemen kabul etmiş; ama söz konusu `bulgu`dan hayatın mekanistik felsefesini açıklamada yararlanmak isteyen Haeckel buna uzun süre itiraz etmişti).
Genel bir değerlendirme yapıldığında Wells`in popüler çalışmalarını Vogt, Büchner, Haeckel, Huxley çizgisinin yansımaları olarak görmek pek de yanlış olmaz. Meselâ The Empire of the Ants hikâyesinin `bilgi birikimleri, lisanları` olan karıncaları, Vogt`un Untersuchungen über Thierstaaten`da övdüğü `sosyal demokratik devletleri` bulunan, `bireyselleştirilmiş anarşiyi içselleştiren` karıncalarının kurgubilime uyarlanmış halleriydi ve daha da genel anlamıyla Büchner`in böcekler ve örümcekler üzerinden popülerleştirdiği `hayvan imparatorlukları` tezinin daha da vülgerleştirilmiş bir yansımasını ortaya koyuyorlardı. Ama Wells bunların ötesinde, Jena`da kısa süreyle misafir talebe olarak bizatihi Alman profesörün talebeliğini yapan ve onun en önemli eserlerinden birisinin İngilizce çevirilerinin redaksiyonunu gerçekleştiren Sir(Edwin) Ray Lankester istisnâ edilirse, Haeckel`in İngiltere`deki en önemli savunucusu, daha doğrusu, romanlar ve tarih kitapları aracılığıyla popülerleştiricisi idi.
Erken Cumhuriyet`in Wells`den mülhem tarih anlayışı
Mustafa Kemal`in Wells`i okuduktan sonra yaptığı `İnsanlar sürüngenler gibi sudan çıktıkları için ilk atamız balıktır. İşler daha ilerledikçe o insanlar primat zümresinden türediler. Biz maymunuz, düşüncelerimiz insandır.` benzeri tespitler aslında Wells`in, tıpkı Büchner gibi, Huxley aracılığıyla, Haeckel`den, bilhassa Die Radiolarien (1862)`den, alarak uyarladığı, rekapitülasyon kuramına dayalı evrim şemasının dile getirilmesiydi. (Aynı tez Wells`den neredeyse aynen tercüme edilerek resmî ders kitaplarına da konulmuştu: `Filhakika rüşeymî hayat ile cenin hayatı devirlerinde insan, evvelâ bir balık olacakmış gibi başlar; yerde sürünen hayvanları hatırlatan birtakım şekillerden geçer; . . . [h]ulâsa insanlar, sularda kaynaşıp çırpınan bir mevcuttan, çok yavaş yürüyen bir tekâmülle, bugünkü şekle geldiler.` Tarih I[ 1931], s.5) Zaten Wells`in kitabının ilk bölümlerine ait taslakları Haeckel`in tezlerinin İngiltere`deki en önemli savunucusu, `Huxley`in Bulldog`u lâkablı, Sir Ray okumuş ve düzeltmişti. Pek tabiî Cumhuriyet`in kurucusu bu tür bir düşünce gelişimi tahlili yapmıyor, konunun detaylarına inmiyordu; ama kendisinin Huxley-Haeckel temelli materyalist tarih yazımına duyduğu ilgi âşikârdı. Nitekim Wells`in eserinde ileri sürdüğü temel fikir henüz rüşeym halinde bulunan Türk Tarih Tezi ile harmanlanarak liselerde okutulan ders kitaplarının da şemasını oluşturacaktı.
1931 yılında yayınlanan Tarih I ders kitabının ilk bölümleri hem düzenleniş şekli açısından hem de içerik olarak Wells`in kitabının (The Outline of History) kaynak gösterilmeden yapılan bir özeti niteliğini taşır; bâzı kısımlarda ise onun, gene atıfta bulunulmadan gerçekleştirilen ve günümüz ölçütlerinde intihâl sınıflamasına sokulabilecek, doğrudan çevirisi şekline dönüşür. Bunun yanı sıra kitabın jeolojik zamanlar kronolojisi (s. 6) doğrudan Wells`den (tek ciltlik 1930 baskısı, s. 24) alınmıştır. Kitap bu aşırı yararlanmanın tabiî bir neticesi olarak insanın gelişimini Wells`in, Haeckel`den mülhem rekapitülasyon tezine dayandırıyordu. Tarih I, Wells`in, Haeckel`in başarılı talebelerinden birisi ve daha sonra da özel sekreteri olan Heinrich Schmidt`den ilham alarak yaptığı kronolojik tabloyu, bilhassa Türk Tarih Tezi açısından önemli olan tarihlere yer vermek için aynen almıyor; ama aynı fikirden yola çıkarak benzer bir cetveli kitabın sonuna ekliyordu.
Dinlerin ortaya çıkışı konusunda Tarih I, Wells`in Spencer ve onun kuramını geliştiren Allen`den aldığı `Yaşlı Adam` tezini Tylor`ın ilkel kültürler üzerine yaptığı kavramsallaştırmalarla birleştirerek ulaştığı neticeyi aynen tekrar ediyordu: `İptidaî insanların atadan korktukları anlaşılıyor. Çocuklar bu ata korkusu içinde büyüyordu. Öldükten sonra bile onu hoşnut etmeye çalışıyorlardı. Zaten atanın, yani reisin öldüğünden kat`î bir surette emin olunamıyordu. Ata korkusu yavaş yavaş anlaşılmaz bir surette `kabile allahı` korkusuna intikal etti. . . . Allah mefhumunun başlangıç hali olan `ulvileştirilmiş ata` ya, temsilî olarak, muhtelif hayvanlara ait şekiller verildi.` (s. 21). Bu, Alman vülgermateryalizminin de fazlasıyla ilgisini çekmiş olan bir tezdi. Nitekim Büchner de Madde ve Kuvvet`de Spencer`in kuramından atıf vermeden, Tylor`ın çalışmalarından ise referanslar vererek yararlanmış; ancak `Yukarının İhtiyarı nazarlarında asla insanların işine karışmaz. Ne hiçbir şey yaratmıştır, ne de birşey muhafaza eder. Onların allahı kendilerini ihata eden tabiatdır` yorumuyla din fikrinin evrimi kuramını genel anlamda kabul etmekle birlikte her tür insan topluluğunda tanrı düşüncesinin oluştuğu tezine şiddetle itiraz etmişti.
Irkların oluşumu konusunda da Tarih I, bilhassa brakisefal ve dolikosefal kafatası şekilleri arasındaki farklılıkların önemini vurgulayarak, Wells`in, Vogt`unkilerle örtüşen, tezlerini tekrar ediyor; ancak Wells`in `Aryan ırkı` için yaptığı övgülerin yerini `daima hakim kalan bariz uzvî vasıflarile, dimağın en kuvvetli mahsûlü olan müşterek lisanlarile . . . bugünkü millet tarifine en uygun bir cemiyet` olduğu vurgulunan ve ekseriyetle `brakisefal kafatası şekli`ne sahip olmasının altı çizilen `tarihin en büyük cereyanlarını yaratmış olan türk ırkı`na yönelik yüceltmeler alıyordu: `Bugün tarihte böyle bir ırkı, bir millet halinde görmek bilhassa zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmıyan bir kuvvet ve büyük bir şereftir.` (s. 20).
Bu anlamda topluma benimsettirilmek istenilen yeni tarih anlayışı yirminci asır başından beri bâzı Osmanlı/Türk entelektüellerinin düşlediği vülgermateryalizm-Türk milliyetçiliği sentezinde ulaşılan zirve noktasını oluşturuyordu. Bu aynı zamanda Münif Paşa`nın 1862 yılında ortaya koyduğu, geçmişin anlaşılmasında tarihten çok jeolojiye dayanılmasının gerekliliği yolundaki, Sir Charles Lyell`in eserlerinin yarattığı tartışmadan mülhem tezine benzeyen, ancak daha sonra Sir Charles`ın temel eserini Almancaya çeviren Büchner ile onunla ortak çalışmalar yapan Haeckel ve Huxley`in daha ileri aşamalara taşıdıkları bir geçmişi anlama yaklaşımının en uç noktasının yeni nesillere aktarılması da demekti. Nitekim Wells ile aynı misâlleri kullanan Büchner de Der Mensch und seine Stellung in der Natur`un giriş kısmından sonra oldukça benzer bir tarihî dönemlendirme yapmaya çalışmıştı.
Hilaire Belloc`un, Wells`in tarihi üzerine yazdığı ve daha sonra kitaplaştırtılan uzun eleştirisinin pek çok yönüne, meselâ kuvvetli Katolik vurgularına ve Louis Vialleton benzeri embriyonistlerin karşı tezlerine atfettiği aşırı ehemmiyete katılmamak mümkün olsa da, eserin genel kalitesi hakkındaki eleştirilerini reddedebilmek bir hayli zordur. Aynı şekilde Chesterton`un Huxley, Wells ve diğer bilimcilerin, bilimi insaniyetin karşılaştığı tüm meselelere ve acılara çözüm bulacak yeni bir din haline getirdikleri tenkitini de göz ardı etmemek gerekir. Bunun ötesinde Carl Becker`in, bu çalışmanın aslında bir `tarih kitabı olmadığı` yorumuna katılmamak imkânsızdır. Wells`in kozmolojik tarih yorumunun 1931 ile 1941 yılları arasında Türkiye`de tüm liselerde resmî müfredatın parçası olarak okutulmasının ne denli önemli olduğunu tartışmak ise herhalde gereksizdir.
Wells`in çalışmasında Mustafa Kemal`in dikkatini çeken bir diğer husus İngiliz denemecinin tarihi sadece geçmişi anlamak için değil aynı zamanda geleceğin ideal toplumunu tasarlamak için de kullanmasıydı. Wells 1901 yılında yayınladığı Anticipations (Sezgiler) çalışmasından beri gelecek toplumunun nasıl olacağı üzerinde fikir yürütmeye gayret ediyordu. Bu anlamda Wells`in temel fikri, Büchner`in de bilhassa Der Mensch und seine Stellung in der Natur`da kuvvetle vurguladığı, vülgermateryalizm ile idealizmin aslında birbirlerine zıt yaklaşımlar olmadığı tezi idi. Büchner`e göre Budizm gibi estetik bir ahlâkı savunanlar da dahil olmak üzere tüm dinler ortadan kalktığında sadece bilime dayalı bir yeni ahlâkı benimsemek mümkün olacak, bunun neticesinde ise insanlararası sorunlar, kavgalar sona ererek bunların yerini mutluluk ve refah alacaktı. Gençliğinde Fabian Society`de aktif roller almış, The Time Machine`de Darwin ve kendisine karşı duyduğu derin nefrete karşın Marx`ın tezlerinin sentezini gerçekleştirmeye çalışmış olan ve 1899`da ölen Büchner`in aksine Büyük Harb`in getirdiği inanılmaz yıkımı yaşayan Wells geleceğin ideal toplumu olarak bunun yerine dinlerin ortadan kalktığı bir `Dünya Devleti` fikrini savunuyordu. Mustafa Kemal, Nutuk`da dile getirdiği gibi, bunu siyaseten pek de gerçekçi görmüyordu; ama `bütün beşeriyetin tecrübe, malûmat ve tefekkürde teâli ve tekemmülü, hıristiyanlıktan, müslümanlıktan, budizmden sarfı nazar ederek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş âlemşumûl saf ve lekesiz bir dinin teessüsü . . . tahayyülünün pek tatlı olduğunu inkâr` etmiyordu.
Cumhuriyet ve vülgermateryaliz : Neyi tartışıyoruz?
Bu yorumda göstermeye çalıştığımız gibi vülgermateryalizm erken Cumhuriyet döneminde resmî ideolojinin oluşumu üzerinde, inkârı pek de anlamlı olmayan, ciddî bir tesir yapmıştı. Bu tarihî gerçeklikten duyulan rahatsızlığı sadece yakın geçmişimize ait bilgi yetersizliği ile açıklayabilmek zordur. Burada kanaatimce karşımıza iki ciddî sorun çıkmaktadır. Bunlardan birincisi `tarihimizi kendi güncel değer yargılarımız çerçevesinde mükemmelleştirme` yaklaşımıdır. Bu açıdan bakıldığında, erken Cumhuriyet liderlerinin Büchner, Haeckel, Wells gibi düşünür ve yazarlar yerine bilimsel realizmden ya da mantıkî pozitivizmden etkilendiğini, dolayısıyla da erken dönem resmî ideolojisinin modası geçmiş değil günümüz için dahi geçerli olan ve kolaylıkla sahiplenmemizde sorun bulunmayan bir fikrî arka plânının olduğunu savunmak, `Cumhuriyet`i, dolayısıyla da `tarihimizi` kendimizce daha değerli bulduğumuz değerler çerçevesinde mükemmeleştirme yaklaşımının ilginç misâllerinden birisidir. Bunun Cumhuriyet döneminde bâzı bilim insanlarının izafiyet kuramıyla ilgilenmeleri, onu benimsemeleri ve bâzı bilimsel dergilerinin bu konularda yazılar neşretmelerine dayandırılmasına, ki ortada Erkenntnis benzeri ve kalitesinde bir dergi de bulunmadığının da altını çizmek gerekir, yorumumuzun başında da değindiğimiz gibi imkân yoktur. Beşir Fu`ad ve Abdullah Cevdet beylerin neşriyatı, Şakir Paşa`nın Claude Bernard`dan esinlenerek yazdığı ders kitapları bize vülgermateryalizm ya da yeni deneysel metodun II. Abdülhamid rejiminin resmî ideolojisi olduğunu söyleme imkânı vermeyeceği gibi zikredilen faaliyetlerin de erken Cumhuriyet resmî ideolojisini şekillendirdiğini söylemek imkânsızdır.
Cumhuriyet`in kurucusu, Wittgenstein ve Mach değil, Büchner ve Wells`in popüler eserlerini okuyor, onlardan etkileniyor, karşı tez olarak Popper`ın Logik der Forschung`unu değil, Şehbenderzâde Ahmed Hilmi`nin reddiyesini gözden geçiriyordu. Cumhuriyet`in kurucusunun üzerine kafa yorduğu temel sorun, 4.024 proposizyonu değil, dinin toplumdaki rolünün ne olmasının gerektiği ve bu alanda bilimin ne denli belirleyici olacağı idi. Rejimin temel vecizelerinden birisi olan `hayatta en hakikî mürşid ilimdir, fendir` ifadesi pozitivist felsefeden ziyade bilimci (scientist) bir tezi dile getiriyordu, her vesileyle bilime aşkıncı bir rol atfeden pek çok siyasetçinin aklına Brezilya`daki pozitivist kiliseler benzeri pozitivist camiler te`sisi ya da bayraktaki ay-yıldızın altına `Nizâm ve Terakki` ibâresi konulması benzeri fikirler gelmiyordu. Mustafa Kemal`i derinden etkileyen Wells, tıpkı Frederic Harrison ile giriştiği tartışmada pozitivizmi bilimsellikten uzak yeni bir din olarak eleştiren hocası Huxley gibi, genel anlamda pozitivizm ve özel olarak da Comte hakkında son derece olumsuz kanaatlere sahipti. Fouillée ve Bourgeois`dan etkilenerek idealizm ile bilimcilik arasında yer alacak bir tesanütçülüğü savunan sağ Kemalist resmî neşriyat Ülkü dahi `****** Cenneti`ne ulaşabilmek için ******`ün de temel düşüncesi olduğunu iddia ettiği `bilimcilik`in takibinin gerekli olduğunu düşünüyordu; sol Kemalizm oluşturma çabaları ise Kadro deneyinin gösterdiği gibi bizzat rejim tarafından akamete uğratılıyordu. Rejimin liderleri tarihin nasıl tahlil edilmesinin gerektiği konusunda da Buckle`ın (ki kendisinin eserlerinden bölümler evvelce Türkçeye çevrilmişti) değil Wells`in yaklaşımını çekici buluyorlardı. Bunların hepsinin de ötesinde rejim gelecek nesillerin `Zaman ve Mekân İçinde Evren, Dünya ve İnsan` ya da `Din Nedir?` derinliğindeki kavramsallaştırmaları, Comte, Littré, Laffitte ya da Mach ve Wittgenstein`a dayanarak değil, Büchner, Huxley, Vogt, Haeckel tezlerini popülerleştiren bir yaklaşım etrafında yapmalarını arzu ediyor, ders müfredatını buna uygun biçimde düzenliyordu.
Nitekim eğitimli kitlelere ulaşan da, pozitivist kuramın ilkeleri ya da quantum mekaniği tartışmaları değil, dinin yerini alacak ve Türk milliyetçiliği ile eklemleştirilebilecek bir bilimcilik fikri oluyordu. Bu alanda verilebilecek en güzel misâllerden birisi hiç şüphesiz Mustafa Kemal ile de mülâkatlar yaptıktan sonra Turkey To-Day(1928) adlı bir kitap yazan Grace Ellison`ın, Konya`dan Adana`ya giderken bir Maarif müfettişi ile yaptığı sohbette kendisine söylenenlerdir. Söz konusu müfettişin Ellison`a `Bizim peygamberimiz Gazimizdir. Biz o Arabistanlı şahıs ile ilişkimizi sona erdirdik. Muhammed`in dini Arabistan`a pek uygundu; ama bize yaramaz` demesi üzerine İngiliz yazar `Ama sizin hiç mi inancınız yok?` sorusunu yöneltmiş; muhatabı ise buna `Evet [var]. Gazi`ye, bilime, ülkemin geleceğine ve kendime` cevabını vermişti. Ellison`a göre `bilime duyulan güven`i ve `Arabistan`dan gelen her şeye yönelik nefret`i vurgulayan müfettiş `yeni neslin inancını dile getiriyor`du.
Güncel değerlerimiz ve vülgermateryalizm
Karşımızda duran ikinci sorun ise geçmişe ait düşünce hareketlerinin değerlendirmesinin günümüz değerleriyle yapılmasıdır. Büchner, Moleschott, Haeckel, Vogt`un bugün neredeyse unutulmuş düşünürler olmaları, günümüzde bilim tarihçileri dışında kimsenin Madde ve Kuvvet`i okumaması, Haeckel`in rekapitülasyon kuramının modern biyoloji tarafından reddedilmesi, pek çok tarihçinin Wells`in temel eserini, tabiî bilimlerdeki tecrübesi de kısa süreli lise ve kolej öğretmenliğinin ötesine geçmemiş bir kurgubilimcinin fantazisi olarak görmesi, bu çalışmaların yayınlandıklarında da böyle değerlendirildikleri anlamına gelmez. Adı üzerinde popüler materyalizm `popüler` bir kuramdı ve Batı`nın eğitimli çevrelerinde yaygın kabul görmüştü. Marx, Büchner`in çok sayıda popüler kitap üretmesiyle alay etmek için soyadına telmihen `adam gerçekten de kitap yapıcı, herhalde onu bu nedenle Büchner diye adlandırıyorlar` diyordu; ama hayatı boyunca Büchner`i eleştiren Hugo Ganz, ölümünden sonra, onun tabiî ilimlerin on dokuzuncu asırda geliştirdiği temel tezlerin eğitimli kitlelere ulaştırılmasında tüm üniversitelerdeki akademisyenlerden fazla rol oynadığını itiraf etmek zorunda kalmıştı. Madde ve Kuvvet Almanya`da yirmi bir baskı yaptığı gibi on dokuz dile çevrilmiş, milyonlarca insan ise evrim kuramını Darwin`den değil Haeckel`in çalışmalarından öğrenmişti. Haeckel`in kâinatın muammaları üzerine yayınladığı, Büchner`in madde ve kuvvetin birliği tezinden yola çıkarak ulaştığı monistik materyalist kuramını anlatan kitabı on beş yıl içinde 400.000`lik bir satış rakamına ulaşmıştı. Büchner, Vogt, Huxley ve Haeckel, düşünce çevrelerinde depremler yaratan Darwinist evrim kuramını sistemlerinin merkezine yerleştirmişlerdi ve kendilerine yöneltilen eleştirileri bizatihi `bilime saldırı` olarak yorumluyorlardı. Rusya`da Madde ve Kuvvet yasaklandığı için binlerce elle çoğaltılan kopyası okunuyor ve Turgenev`in, Babalar ve Oğullar`ın temel karakterlerinden Bazarov ile somutlaştırmaya çalıştığı gibi, Nihilistlerin kutsal kitabı haline geliyordu. Dostoyevski`nin Ecinniler`de portresini çizmeye çalıştığı, odasındaki ikonaların yerine Vogt, Moleschott ve Büchner`in resimlerini koyarak, bunların önünde mumlar yakan üsteğmen ise dinin yerini bilimin alacağı bir geleceğe duyulan katıksız inancı ortaya koyuyordu. Vülgermateryalizm ve Darwinizm`in popülerleştirilmiş yorumları sadece Rus edebiyatında ya da Wells`in kurgubilim hikâyelerinde görülmüyordu. Büchner`in Madde ve Kuvvet`ini 1915 yılında Yunancaya tercüme eden Nikos Kazancakis`den başkası değildi; Grigorios Ksenopoulos başta olmak üzere pek çok Yunan romancısı ise kitabın temel tezinden derinden etkilenmişlerdi. Daha sonra Wells`i faşizan ideolojilere fikrî zemin hazırlamakla suçlayacak olan Orwell de onun, özellikle 1914`e kadar, dedikleri gerçekleşen bir peygamber gibi görüldüğünü belirtirken ilginç bir tespit yapmıştı. Nitekim Lenin, Stalin ve Franklin Roosevelt gibi pek çok devlet adamı Wells`in dünya tarihini ele alış şeklinden ve bunun sonucunda ulaştığı, dinlerin bir kenara bırakıldığı bir `Dünya Devleti` kurulmasının gerekliliği fikrinden etkilenerek onunla şahsen görüşmüşlerdi.
Dolayısıyla Abdullah Cevdet Bey`in Büchner`den derin biçimde etkilenmesi ve yaşamının sonuna kadar onun fikirlerini, diğer kuramlarla te`lif ederek, Osmanlı/Türk toplumunda yaymaya çalışması, Baha Tevfik Bey`in Haeckel Monizm`ini geleceğin dini olarak sunması, Ömer Seyfeddin`in vülgermateryalist düşüncelerle Türk milliyetçiliğinin sentezini hikâyelerinde dile getirmesi, Kılıçzâde İsmail Hakkı Bey`in benzer görüşleri TBMM kürsüsünden yansıtması ve nihayet Mustafa Kemal ******`ün, Wells`in Huxley-Haeckel çizgisindeki kozmolojik tarihinden etkilenerek gelecek neslin insanın dünyadaki konumunu bu anlatımdan yararlanarak kavramsallaştırmasını arzulamasında fazlaca garipsenecek bir durum yoktu. Unutulmaması gerekir ki bu bireyler, Hayes`in tabirini kullanacak olursak, bir `materyalist nesil`in entelektüel tartışmaya egemen olduğu bir çağın ürünleriydi. Türkiye misâlinde farklı ve önemli olan söz konusu fikirlerin `yüksek kuramlar` haline gelmeleri ve resmî ideolojinin şekillenmesinde doğrudan ve ciddî roller oynamalarıydı. Dolayısıyla yapmamız gereken bu gerçeklikle kavga etmek, erken Cumhuriyet`in Einstein`ın kuramları ya da Wittgenstein`ın felsefî tezleri çerçevesinde oluşturulan bir ideolojiye sahip olduğunu savunmak benzeri gayretkeşlikler sergilemek yerine bunun sebeb ve sonuçları ile günümüze yansımalarını soğukkanlı biçimde tahlil etmektir. [Yorum - M.Şükrü Hanioğlu] Erken Cumhuriyet ideolojisi ve Vülgermateryalizm (2) Affraid [Yorum - M.Şükrü Hanioğlu] Erken Cumhuriyet ideolojisi ve Vülgermateryalizm (2) Sleep
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

[Yorum - M.Şükrü Hanioğlu] Erken Cumhuriyet ideolojisi ve Vülgermateryalizm (2)

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: DİYAR-I İLİM :: TARİH :: İnkılap Tarihi -

/

Forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar