Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

Cemil KOÇAK JİTEM davasından 93 yıl SONRA Teşkilâtı Mahsusa soruşturması

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
emiroğlu

avatar


Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 594 Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor

MesajKonu: Cemil KOÇAK JİTEM davasından 93 yıl SONRA Teşkilâtı Mahsusa soruşturması Cemil KOÇAK JİTEM davasından 93 yıl SONRA Teşkilâtı Mahsusa soruşturması Icon_minitimePtsi 11 Şub. 2013, 15:07

Teşkilâtı Mahsusa hakkında bilebildiklerimiz pek az; neredeyse birazcıktır. İttihatçıların gizli vurucu organı olan bu örgütlenme hakkında efsanelerle söylentilerin dumanı içinde araştırmacılar kolayca yollarını kaybedebilirler.

Teşkilâtı Mahsusa (TM) hakkındaki ilk resmî bilgilere ancak 1918 yılı sonlarında rastlıyoruz: Meclisi Mebusan’da Beşinci Şube’de yapılan soruşturma sırasında ifadelerine başvurulan üst düzey İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) yöneticileri ile hükûmet üyeleri, TM’nin varlığını kabullendiler; fakat cemiyetle olan doğrudan bağlantısını kesinlikle reddettiler. Bazıları ise, teşkilâttan hiç haberlerinin olmadığını ileri sürdüler. Örneğin, Sadrazam Sait Halim Paşa, mahkemede teşkilâttan ancak “her şey olup bittikten sonra” haberdar olduğunu söylemişti. Dönemin yöneticileri, TM ile hiçbir ilgilerinin/ilişkilerinin bulunmadığını, hatta bu konudan haberdar dahi olmadıklarını belirtmeye özen göstermişlerdi. Anlaşılan TM, dönemin yöneticilerinin gözünde pek de iftihar vesilesi olabilecek bir girişim sayılmıyordu. Hatta birçok yönetici, bu teşkilâtın ortadan kaldırılması ya da faaliyetlerinin durdurulması yolunda çaba gösterdiklerini açıklamaya çalışmışlardı.

Demek ki, bizzat hükûmet üyeleri de ya teşkilâtın varlığından haberdar değillerdi ya da eğer –her ne kadar geç bir tarihte de olsa- haberdar oldularsa, teşkilâta ve faaliyetlerine karşı girişimde bulunduklarını açıklamak istemişlerdi. TM sorumluluğu üzerine alınabilecek türden bir teşkilât sayılmıyordu. Dönemin hükûmet üyeleri, teşkilâtın hükûmete/sadrâzama ya da İTC’ye değil de, doğrudan doğruya Harbiye Nezareti’ne, yani orduya bağlı olduğunu vurgulamaya çalışmışlardı. Onlara göre, sorumluluk sivillere, hükûmete değil de, doğrudan doğruya orduya ait sayılmalıydı. Mahkeme iddianamelerinde pek çok somut örnekle aradaki ilişki gözler önüne serilmeye çalışıldı. İddianamenin aksine, sanıkların savunmanın özü, TM’nin sıradan bir devlet dairesi ve burada görevli elemanların da devlet memurları olduğuna ilişkindi. TM’nin yönetimine, iç işleyişine ve çalışma tarzına ilişkin bilgilerimiz, yukarıdaki sorgulardaki ifadelerin bir tekrarından ibaret kalmıştır. Oysa bu ifadelerin genellikle yanıltıcı olduğu ve ancak buzdağının görünür kısmını yansıttığı kabul edilebilir.

Ruşeni Barkın’ın dilekçesi

Ruşeni Barkın’ın Cumhuriyet döneminde 7 Haziran 1931 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı’na (MSB) sunduğu bir dilekçe belki de bizi bu anlaşılmazlıktan biraz kurtarabilir. Barkın’ın dilekçesinde anlattığı olaylar bir yana, tek bir isteği vardır; emekli maaşına kavuşmak!

Önce öyküsüne bir göz atalım: Erkânı Harb Kolağası (Kurmay Yüzbaşı/Binbaşı) Ruşeni Barkın, Birinci Dünya Savaşı öncesinde seferberlikten bir gün önce İçişleri Bakanı Tâlat Bey’in davetiyle Nuruosmaniye Kulübü’nde yapılan toplantıda İTC’nin kurucularından ve ******’ün yakın gençlik arkadaşlarından Ömer Naci Bey ile “İran’dan Kafkas’a geçmek ve Rusların gerisinde siyâsî bir inkılâp hazırlamak vazifesi ile siyâseten” görevlendirilir. Bu görevinde Barkın, Tahsin Uzer, Enver Paşa’nın eski eniştesi Cevdet Bey, Kâzım Orbay, Çerkes Ethem ve Çerkes Reşit’le birliktedir. Sonra aynı görevi İran içlerinde sürdürür. Nedense Talât Bey, onun kurşuna dizilmesi için emir verir. Süleyman Nazif ile Kâzım Karabekir de bu olaylara şahit olmuştur. Ardından Rauf Orbay ile temas kurar. Sonra Ali İhsan Sâbis Paşa ile irtibata geçer. Kılıç Ali ile de birlikte çalışır. Ruşen Eşref Ünaydın da onlarla birliktedir. Ardından da Millî Mücadele’ye katılır.

Barkın doğruları mı söylüyor acaba?

Dilekçede anlatılan öykü acaba hayal mahsulü olamaz mı? Nihayet dilekçede ortaya konulan bütün iddialar tek yanlıdır. Herhangi bir temelden tamamen yoksun da olabilir. Eski bir subay olduğunu ileri süren Barkın’ın anlattıklarına hemen inanmamız için ortada hiçbir makul neden de bulunmamaktadır. Şimdi de öyküyü elimizde bulunan literatür bilgisi ile karşılaştırarak sorgulamaya çalışalım: Daha ilk satırda adı geçen “Nuruosmaniye Kulübü” hakkında ne biliyoruz? TM, Harbiye Nezareti’ne bağlı resmî bir daire ise, yerinin söz konusu bakanlık içinde, yani Beyazıt meydanında, bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin merkez binasında bulunması lazım gelir(di). Diyelim ki, bu daire başka bir semtte bulunsun. Tarık Zafer Tunaya Hocamız, Türkiye’de Siyâsal Partiler (İttihat ve Terakki: Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi) kitabında, “Daire [TM], [Harbiye] Nezaret[i’n]e bağlı olmamakla [olmakla] beraber, merkezi ayrı yerdedir” demektedir. Ardından da bir adres vermektedir: “Cağaloğlu (Nuruosmaniye) Şeref sokağı, Tasviri Efkâr Matbaası karşısında, No: 39”. Barkın’ın sözünü ettiği yer burası mıdır? Yani Barkın, TM’nin adresinden mi söz etmektedir; yoksa bu adres doğrudan doğruya İTC’nin Nuruosmaniye’de bulunan “kulübü”ne mi aittir? Yoksa İTC’nin bugün artık kullanılmayan ve Cumhuriyet gazetesinin çok uzun yıllar boyunca kullandığı eski Genel Merkez binasının (kırmızı konak) adresi mi söz konusudur? Bu sokağın ismi, hâli hazırda Türk Ocağı Caddesi’dir. Ancak bu ismi sonradan almış olmalıdır. Daha önceki ismini ise saptayamadım. Muhtemelen ikinci ihtimal söz konusudur. Bana soracak olursanız, bu ihtimali daha güçlü görüyorum; çünkü, aksi halde, Barkın niçin özel olarak “kulüp”ten söz etsin ki? Ayrıca bu noktada elimizde bir bilgi daha bulunmaktadır: İTC’nin 1912 tarihli kongresi de yine “Nuruosmaniye Kulübü”nde gerçekleşmiştir. Görüşümü teyit eden ve Barkın’ın açıklamasını doğrulayan bir başka ifade de yukarıda sözü edilen mahkeme tutanaklarına geçmiş bulunmaktadır. Bu ifadeye göre, TM Nuruosmaniye tarafındaydı. Bu konuda bir önemli ipucu/kanıt daha vardır: Resmî söylemde Harbiye Nezareti’ne bağlı olduğu ifade edilen TM toplantısında İTC Merkezi Umumi üyesi ve İçişleri Bakanı Talât Bey de bulunmaktadır ve talimatları doğrudan doğruya o vermektedir. Eğer TM gerçekten Harbiye Nezareti’ne bağlı olsaydı, bu türden bir müdahale söz konusu olamazdı. Demek ki, Talât Bey’in TM içindeki varlığı, İTC Merkezi Umumisi ile teşkilât arasındaki doğrudan bağı bizlere inkâr edilemez şekilde bir kez daha göstermektedir. O halde TM ile İTC arasındaki dorudan bağ/ilişki, bütün çıplaklığı ile ve reddedilemez bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yukarıda gördüğümüz sorgu ifâdelerinin de ne denli yanıltıcı olduğu ve gerçekleri hiçbir şekilde aksettirmediği de ortadadır. Böylece bu belgenin ışığında, ilk kez TM ile İTC arasındaki ilişki de kanıtlanmış olmaktadır.

Teşkilât’ın görünmeyen yönleri

Philip Stoddard “Teşkilâtı Mahsusa” kitabında vurguladığı gibi, TM kâğıt üzerinde Harbiye Nezareti’ne/Enver Paşa’ya bağlıydı. Gerçekte ise teşkilât İTC’nin üç paşasının doğrudan kendilerine bağlı “özel örgüt”ünün bir bileşkesiydi. Muhtemelen bu nedenle tek bir TM yerine TM içinde farklı örgütlerden/fraksiyonlardan söz etmemiz daha doğru olacaktır. Barkın da muhtemelen bu fraksiyonlardan Talât Paşa’ya bağlı olanına tâbiydi. En azından başlangıçta ve daha sonra da kısmen. TM’ci Ârif Cemil’in ilk kez 1934 yılında Vakit gazetesinde yayınlanan anılarında da, Barkın’ın anlatımına uygun açıklamalar vardır. Bu öyküde de Barkın’ın öyküsü teyit edilmektedir: Eğer bu öyküde de anlatılan toplantı, Barkın’ın anlattığı toplantı ise, ki bence büyük ihtimalle öyle olmalıdır, Barkın’ın anlattığı toplantının İTC genel merkezinde yapıldığı ortaya çıkmaktadır ki, iki kuruluş arasında kurulacak doğrudan bir ilişkiyi bir kez daha net bir biçimde gözler önüne serilmektedir. Bütün bu bilgiler alt alta toplandığında Barkın’ın dilekçesini doğrulamaktadır. Literatürde Barkın’ın adı da TM içinde sık sık geçmektedir. Emekli Sivas valisi ve Ordu milletvekili Ahmet Faik Hurşit Günday da, anılarında Barkın’dan söz etmektedir.

Barkın dilekçesinde TM subayı olarak siyasî ve gizli görevlerde bulunduğunu ileri sürüyordu. Bütün bu öyküyü ayrıntılı olarak anlatmasının nedeni ise, 5 Şubat 1915 tarihinde Erkânı Harb Kolağası olarak emekliye sevk edilmiş ve 18 Mayıs 1916 tarihinde de askerlikten çıkarılmış olmasıydı. Barkın’ın anlattıklarının gerçekliği konusunda bu aşamaya kadar hâlâ kuşku duymak mümkün olabilir. Çünkü, nihayet dilekçede ortaya konulan bütün iddialar, tek yanlıdır ve dilekçenin ekinde bu iddiaları doğrulayabilecek hiçbir belge sunulmamıştır. İddialar ancak şahitler ile temellendirilmektedir. O hâlde elimizde Barkın’ın anlatımını destekleyecek hiçbir belge bulunmamaktadır. Eğer ilgili dosyada başkaca bir belge bulunmasıydı, gerçekten de yukarıda yaptığım bütün değerlendirmeler hâlâ sorgulanabilir nitelikte kalabilirdi. Ancak Barkın’ın dilekçesini bulmak ne kadar bir şans sayılırsa, bu aşamada tarihçilerin bir talihinin daha olduğunu belirtmek gerekecektir. Çünkü Barkın’ın dilekçesine resmî makamlarca yanıt verilmiştir!

Ajan Barkın Kudüs’e diplomat oluyor

Barkın’ın dilekçesinin sonucunu da resmî biyografisinden öğrenmek mümkün oluyor: Bu girişimi sonucunda emekli maaşı alması mümkün olabilmiştir! Hem de bürokraside neredeyse görülmeyecek bir süratle! Barkın’ın dilekçesinin tarihi 7 Haziran 1931’dir. Sadece bir ay sonra, 9 Temmuz 1931 tarihinde hükûmet kararnamesi ile hem affa uğrayacak, hem de kendisine emekli maaşı bağlanacaktır! Barkın’ın emekli maaşı alabilmesi için yalnızca yukarıda gördüğümüz dilekçesi yeterli olmuştur! Barkın’a 18 Şubat 1914 tarihinden geçerli olmak üzere emeklilik maaşı bağlandı; ardından 1931 yılında Kudüs’e diplomat olarak atandı; ardından 1932 yılından 1943 yılına kadar milletvekilliği yaptı. Hayatının bundan sonrasını bilemiyoruz, fakat 1953 yılında öldüğünü saptamak mümkündür.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devamlılık

Artık hiçbir spekülasyona ihtiyaç duymadan, Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurucularının ve önde gelen siyasetçilerinin ve askerlerinin pek çoğunun Barkın’ın TM öyküsünü yakından bildikleri ve kendisini yakından tanıdıkları rahatlıkla söylenebilir. TM sadece bir örgüt değildir; ama aynı zamanda Osmanlı’dan Cumhuriyete geçen kurucu kuşakta bir örgütsel devamlılığı da sağlamaktadır. Cumhuriyet Türkiyesi’nin önde gelen yöneticileri, Barkın’ı, TM’yi, örgütün faaliyetlerini sadece yakından tanımakla da kalmamışlardır. Aksine, örgütün içinde görev almışlar, siyasî sorumluluğu paylaşmışlar ve bir anlamda da kader birliği yapmışlardır. TM, hiç kimsenin ifşa etmediği, ama herkesin sessizce onayladığı bir yapılanmadır.

Teşkilat da İttihatçılarla birlikte ordudan subaylar da vardı

BARKIN’IN ****** de içinde olmak üzere gösterdiği şahitlere başvurulmuştu. Resmî soruşturmanın sonucunun da Barkın’a hak vermesi dikkati çekmektedir. Bu da dilekçedeki iddiaların doğruluğunu gösteren bir başka ve son kanıttır Barkın’ın dilekçesinden önemli bilgilere ulaşıyoruz: (1) TM’da Osmanlı ordusundaki muvazzaf subaylar da görevlendiriliyordu. Dolayısıyla teşkilât, hem İTC ile ve hem de aynı zamanda Osmanlı ordusu ile yakın ilişki hâlinde olmalıydı. (2) Görevler bir komite tarafından ve bizzat İçişleri Bakanı Tâlat Bey tarafından (da) şifahen verilmekteydi. Dolayısıyla bu konu(lar)da yazılı bir belge bulunmayabilir. Görevlendirmenin ve görevin kanıtı ancak şahitler olabilir. TM’nin siyasî ve askerî faaliyetlerine ilişkin bilge bulunmasının son derece güç, belki de imkânsız olduğunu belirtmek gerekir. Eğer bunun aksi doğru olsaydı, o zaman Barkın iddialarını kanıtlamak üzere yalnızca şahitler göstermek zorunda kalmazdı. Eğer elinde bulunuyorsa, elindeki resmî belgeleri de dilekçesinin eki olarak sunardı. Eğer elinde herhangi bir belge bulunmuyorsa, ki içinde yaşadığı koşullarda bunu gerçekleştirmesi son derece güç olurdu, bu takdirde sicili MSB’de ve Harbiye Nezareti’ne bağlı TM dairesinde bulunan eski bir subay olarak, resmî dairelerde bulunan/bulunması gereken resmî evraklarının incelenmesi isteyebilirdi. Oysa dilekçede bu yönde bir talep de söz konusu edilmemektedir. Demek ki, Barkın, ya iddialarının resmî belgelerinin ilgili resmî kuruluşlarda da bulunacağından şüphe etmektedir ya da bulun(a)mayacağından kesinlikle emindir! Nitekim MSB’nin araştırmasında ortaya konulan belgeler de, Barkın’ın öyküsünün tamamını aydınlatmaya ve açıklık getirmeye uygun değildir. Öykünün can alıcı noktaları bu belgelerde hiç yoktur! Resmî rapordan anlaşıldığı kadarı ile TM’nin faaliyetleri “resmî” sayılmıyordu. (3) Teşkilâtı Mahsusa içinde farklı fraksiyonlar, görüşler ve yöntemler söz konusuydu. Anlaşmazlıklar vardı ve anlaşmazlıklar sonucunda bir grup diğerini (“idam”la!) ortadan kaldırabiliyordu. (4) Dilekçede adı geçen kişilerin ve bizzat Barkın’ın Millî Mücadele’de aldıkları rol, TM’nin çalışmış olanların Millî Mücadele’deki önemini bir kez daha vurgulamaktadır. (5) TM’de gereken tahsisat örtülü ödenekten sağlanıyordu. Subaylar da maaş alıyorlardı, fakat bordro verilmiyordu (6) Kararlar şifahî oluyordu. Elden iletilen şifreler de, büyük bir ihtimalle daha sonra imha ediliyordu. (7) Kâğıt üzerindeki gerçekler ile anlatılan gerçekler arasında ancak kısmen bir örtüşme vardır. Bu da “resmî târih” ile “gayrı resmî öyküler”in farklılığına işaret eder. Nitekim Barkın’ın anlattıkları ile resmî biyografisi arasında bu bakımdan meydana gelen farklılık dikkat çekicidir. Barkın’ın resmî biyografisi ile yetinecek olanlar, elbette kendisinin TM üyeliğini hiçbir zaman bilemeyeceklerdir. Kimbilir daha kaç resmî biyografi gerçeklerden tamamen arınmış olarak kaleme alınmıştır! Bu a
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cemil KOÇAK JİTEM davasından 93 yıl SONRA Teşkilâtı Mahsusa soruşturması

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: DİYAR-I İLİM :: TARİH :: İnkılap Tarihi -

/

Yeni bir forum kurmak | Sanat, Kültür ve Hobiler | Edebiyat, Şiir | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar