Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

Duvarlar da İnler Abdullah AYMAZ

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
emiroğlu

avatar


Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 594 Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor

MesajKonu: Duvarlar da İnler Abdullah AYMAZ Duvarlar da İnler  Abdullah AYMAZ Icon_minitimeSalı 05 Kas. 2013, 09:35

İşârâtü'l-İ'caz Tefsiri elime geçen ilk risalelerdendir. Ona ilgimi ve meşguliyetimi artıran sebep de bizim Simavlı merhum Hacı Ali Tosun Hocamızdan Kestanepazarı yurdunda Maânî ve Celâleyn Tefsirinden özel ders okumamızdır. Mâânî, bedî ve beyan ilimlerinin İşârâtü'l-İ'caz'da tatbik edildiğini o derslerde gördüm. Celâleyn, muhtasar bir tefsir olmakla beraber, hocamızın İşârâtü'l-İ'caz'da olduğu gibi tek tek kelimelerin üzerinde durması dikkate değerdi. Arasıra Osman Eskicioğlu gibi ağabey ve arkadaşlarımıza "Felsefeci, dikkat et, senin hoşuna gider, bak kelimenin felsefesini yapıyoruz... (Mesela) "Darb" kelimesi, vurmak mânâsına olduğu hâlde niçin, bölüm ve kısım mânâsına da gelir? Arap pazara gitti ve çocuklarına meselâ çerez aldı. Geldi evine, topladı çocuklarını etrafına avucunu çereze bir vurdu, bir çocuğuna verdi, bir daha vurup avuçladı öbür çocuğuna ve işte böylece hepsine taksim etti... (Mesela) Kur'an kelimesi, karae (okudu) kökünden, okuma ile ilgili bir kelime olduğu gibi karaye kökünden de olabilir. Karaye, karye yani köy demektir. Bir ev, bir ev daha, bir ev daha derken bir köy, bir kasaba oldu... Aynı şekilde dağda ovada çoban veya köylü yeri kazdı, azar azar su toplanmaya başladı, aynı kökten... İşte Kur'ân da âyet âyet, cümle cümle toplandı ve bir kitap oldu..." derdi. İşârâtü'l-İ'caz'da da (Mesela) "Onlar Allah'a olan misak-ı ezelîde verdikleri ahdi nakzederler, bozarlar (Bakara Sûresi, 27)" âyetinde geçen "yenkuzûne" kelimesi için: "Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak mânâsını ifade eden ‘nakz' tabiri, yüksek bir üslûba işarettir. Sanki Cenab-ı Hakkın ahdi, meşîet, hikmet, inâyet'in ipleriyle örülmüş nûrânî bir şerittir ki; ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nûrânî şerit, kâinatta nizâm-ı umûmî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın envâına (nevilerine) dağıtırken en acîp silsilesini insan nevine uzatmıştır. İnsan ruhunda da pek çok istidat ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidatlarının terbiyesini ve neticesini, cüz'î iradenin eline vermiştir. O cüz'î iradenin yuları da şeriatın yani naklî delillerin eline verilmiştir. Binâenaleyh, Cenab-ı Hakkın ahdini bozmamak ve îfâ etmek, ancak o istidatları lâyık ve münasip yerlerine sarf etmekle olur. Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Meselâ, bazı peygambere iman ve onları tasdik, bazılarını inkâr ve tekzip; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri beğenme, bazılarını kötü ve çirkin görme gibi. Zira böylece yapılan ahdin nakzedilmesi, nazmı, nizamı, intizamı ihlâl edip bozar." ifadesi ve benzerleri Hacı Ali Tosun hocamızın kelime izahlarını hatırıma getirir ve çok hoşuma giderdi...

1964'te okullar yeni açılmıştı. Görüşleri çok farklı Orhan Bey isminde bir müdür muâvinimiz vardı. Bilhassa Fehmi Koru, Mehmet Binici ve bana karşı açık ve menfi bir tavrı vardı. O zaman İmam-Hatiplerin orta okul kısmı dört sene idi ve sağlık bilgisi, dinler tarihi ve kanun bilgisi gibi fazladan dersler de vardı. Bu tip kitaplar da sadece Milli Eğitim Kitapevlerinde satılırdı. Yatılı öğrenci olduğumuz için her zaman çarşıya çıkamıyoruz. Çarşıda olsak bile yanımızda para olmadığı için satın alamıyorduk. Daha senenin başında ilk günlerimiz olmasına rağmen kitabım yok diye Orhan Bey beni tahtaya sözlüye kaldırdı. Maksadı, bu açığımı değerlendirip bana sıfır vermekti. Ders kanun bilgisi... "Söyle bakalım, kanuna niçin ihtiyaç vardır? Kanun olmazsa ne olur?" dedi. Halbuki dersi işlememişti bile... O zaman imdadıma İşârâtü'l-İ'caz tefsirinde okuduğumu şu bölüm yetişti: "İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acîp ve lâtif bir mizaçla yaratılmıştır. O mîzaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en seçkin şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir geçim ve bir şerefle yaşamak ister. Şu meyillerin icabı üzerine, yiyecek, giyecek ve diğer ihtiyaçlarını istediği gibi, güzel bir şekilde elde etmede çok sanatlara ihtiyacı vardır. O sanatlara vukufu olmadığından, diğer insanlarla teşrik-i mesâî etmeye mecbur olur ki, her birisi, çalışmasının neticesi kazancıyla diğerleriyle mübâdele sûretiyle (değiştirerek) yardımda bulunsun ve bu sâyede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler (aynı şekilde ve seviyede temin edebilsinler). Fakat insandaki şehevî güç, gazabî güç, aklî güç Yaradan tarafından sınırlandırılmadığından ve insanın cüz'î iradesiyle ilerleme ve yükselmesini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecâvüzler vukua gelir. Bu tecâvüzleri önlemek için, insan cemaati, çalışmalarının neticelerini mübadele etmekte adâlete muhtaçtır. Lâkin her ferdin aklı, adâleti idrâkten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur." İşte bu bölümden anladıklarımı anlatarak soruya doğru cevap verdim. Belki kitapta bile o kadar güzel anlatılamamıştır...

Bu münasebetle Milli Eğitim eski Bakanımız Hüseyin Çelik'e çok teşekkür ederim; öğrencileri kitap alamamak sıkıntısından kurtardı...

İşârâtü'l-İ'caz tefsiri ile ilgili birkaç hatıramı da anlatmak istiyorum:

1969 veya 1970 senesiydi... Bir akşam İzmir Tepecik'te arkadaşlarla beraber kaldığımız eve, biz geç saatte tam yatmaya hazırlanırken, saygı değer büyüklerimiz geldi... "Siz yatın, biz bu akşam bir odada İşârâtü'l-İ'caz'ı okumak istiyoruz." dediler. Hocaefendi var, Koca Yusuf Ağabey var, Sâim Atlıhan ve Muazzam Ağabeyler var... Başkalarını, hatırlamıyorum. Sabah kahvaltısından sonra Koca Yusuf'la beraber yolda yürüyoruz. Bana dedi ki: "Bu akşam enteresan birşey oldu!.. Sabaha kadar bitirmek üzere sıra ile İşârâtü'l-İ'caz kitabını okumaya başladık. Vakit iyice ilerleyince benim uykum geldi. Onlar devam ettiler. Sabah namazını kılmak üzere abdest alıp geldim, ama onlar yerlerinden doğrulup namaza durdular. Birisine sordum. Dedi ki: ‘Senin uykuya daldığın zaman biz de okumaya devam ediyorduk. Hoca Efendi; "Ey Habîb-i Şefik ve ey Şefîk-i Habîb! Ey Saîd-i Mecid ve ey Mecid-i Said! Rahmet-i İlâhiyenin en lâtifi, en zarîfi, en lezizi olan mubabbet ve şefkatine bakınız. O muhabbet ve şefkati, ebedî ayrılık ve hicran-ı lâyezâli ile karşıladığımız takdire, vicdan, hayal ve ruh ne hâle geleceklerdi? O mubabbet ve o şefkat en büyük, en tatlı bir nimet iken, en azîm bir musîbete, bir belâya inkılap eder. Acaba göz önünde açıkca görünen İlâhî Rahmet, ebedî ayrılığın muhabbet ve şefkat aleyhine hücum etmesine müsâde eder mi? Vallahî hayır!" bölümünü okurken, son cümleyi söyleyince duvar tasdik edercesine inledi. Biz önce, yoldan (o zaman İzmir-Uşak yolu oradan geçiyordu. A.A.) araba geçti zannettik. İfade yedi defa tekrarlanınca dörde kadar duvarın inlemesini hissettik. (H. Efendi "Yedi defa her tekrarladığımda ‘Of!..' der gibi bir iniltiyi duydum!" dedi, daha sonra... A. A.) Bir acayip olmuştuk. Her birimiz bir tarafa çekildik. Üzerimize birer battaniye aldık ama asla, sabaha kadar gözümüze uyku girmedi. Onun için kalkıp gece aldığımız abdestle sabah namazlarımızı kıldık!' dedi."

O haftaki Cuma vaazında Kestane Pazarı Câmiinde Hoca Efendi konuşurken, "Materyalist kafalar anlamasa da, duvarlar da tasdik eder!" diyerek o olaya işaret etmişti. O vaazın kaseti incelenirse, bu ifade aynen bulunacaktır...

1972'de Güzelyalı'daki Şortan Pastanesinin üst tarafında bir evde kalan Yüksek İslam Enstitülü arkadaşlarımızla İşârâtü'l-İ'caz tefsiri okuyorduk. Bir gün bu sohbete Avukat Gültekin Beyle beraber Ahmet Feyzi Kul Ağabey de geldi. Ahmet Feyzî Ağabeye gelince Hoca Efendi her zaman olduğu gibi izahı bırakıp sessiz kaldı. Üstad'ın talebelerine karşı çok saygılıydı... Artık cümle cümle Ahmet Feyzi Ağabey izah ediyordu. Fakat bir yere geldi takıldı kaldı. "Ülâike zamirlerini yerlerine tam yerleştiremiyordu. Şöyle dedi olmadı, böyle dedi olmadı... Nihayetinde susup duran Hoca Efendiye dönerek o Egeli konuşma üslubu ile "İşte görüyorsun, apışıp kaldık!. Ne bakıyorsun öyle... İzah ediversen olmaz mı?" dedi. Hoca Efendi de gülümseyerek, meseleyi olduğu gibi izah etti...

1995 senesinde Amerika'da Lübnanlı emlakçı Mekkâvî ile tanışmıştık. İtalyan asıllı hanımı Müslüman olmuştu ve tesettürlüydü. Çocukları Türk Okulunda okuyordu. Hanımı da Türk Okulunda muhasebe işlerine bakıyordu. Mekkâvî ile ara sıra sohbet ederdik. Kendisine bir tane Arapça İşârâtü'l-İ'caz tefsiri hediye ettim. Bir gün beni evine davet etti. Mısırlı doktorları çağırmıştı. Yemekten sonra Ürdün'den gelmiş Çerkes asıllı bir hoca, âdetleri üzere sohbete başladı. Çok fâsih ve tatlı konuşuyordu. Mevzu, münafıklar ile ilgiliydi. Konuşmanın sonunda ben karşımda kitapların arasında duran İşârâtü'l-İ'caz tefsirini alıp münafıklar bahsini açarak "Biraz da buradan okusanız" diye ricada bulundum. Hoca okumaya başladı. Bir müddet sonra Mısırlı doktorların başkanı olan boylu boslu zât, koca cüssesiyle uzandığı gibi hocanın elinden Tefsiri kaparak bana "Ben böyle bir tefsiri görmedim ve işitmedim. Sen Mekkâvî'ye daha sonra bir başkasını bulur verirsin. Bu benim. Kimseye vermem. ‘Hediyyetün ilâ Muhammed Kâf!' diye yazıp imzala!" dedi. Dediğini yaptım Mekkâvî'ye başka bir İşârâtü'l-İ'caz getirdim.
İşârâtü'l-İ'caz tefsiriyle ilgili hatıralarımı, aklıma geldiği ve hatırımda kaldıkları kadarıyla sizlerle paylaşmaya çalıştım...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Duvarlar da İnler Abdullah AYMAZ

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: RUH UFKU :: Sohbet-i Canan -

/

Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar