Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08
Mesaj Sayısı : 594
Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor
Konu: Nur’ları niçin anlamıyoruz? Abdullah Aymaz Paz 12 Ekim 2014, 15:22
İzmir, Torbalı-Ayrancılar’dan Musa Yukarı şöyle demişti: “Ahmet Feyzi Kul Ağabey, bizim Ayrancılar’a sık sık gelir, Risale-i Nur’lardan dersler sohbetler yapardı. Bu arada bir kardeşimiz ona şöyle bir sual sordu: ‘Ben Risaleleri okuyorum, fakat anlamıyorum, ne yapmam lâzım?’ Ahmet Feyzi Ağabey buna ‘Tahsilin ne?’ diye sordu. O da ‘İlkokul’ dedi. ‘Şimdi sana, tahsili çok yapsan, üniversiteyi bitirsen anlarsın, desem; çok üniversite bitiren var, tahsil yapmışlar var, anlamıyorlar. Arapça, Farsça bilsen anlarsın desem, çok Arapça Farsça bilenler var, onlardan da anlamayanlar var. Şimdi ben sana Risale-i Nur’ları anlaman için şunu tavsiye edeceğim: Evvela çok tevbe ve istiğfar edeceksin. ‘Hangi günahlarım var ki, Kur’an’ın bu asırdaki tefsirini anlamıyorum, hangi günahlarım mâni oluyor?’ diye tevbe ve istiğfara devam edeceksin. İkinci tavsiyem de, mideye giren lokmaya dikkat edeceksin ki, haram olmasın. Eğer vücuda giren lokma haram olursa, nasıl ki, bir çeşmenin havuzuna bulanık su girerse, etraftaki muslukları açınca bütün sular bulanık akar, mideye de haram girdi mi bütün vücudun azaları bulanır. Göz hakikati göremez, kulak hakikati işitimez olur, bütün azalar bulanır. Demek ki, önce tevbe edeceksin, sonra vücuda haram lokma almayacaksın. O zaman işte Nurları anlarsın…” dedi.
“Ahmet Feyzi Ağabey bize çok tembih ederdi: ‘Şâyet Üstad’ın ziyaretine giderseniz, yüzüne fazla bakıp durmayın; Üstad rahatsız olur. Çünkü, ekseri bizim gözler dışarıda nâmahreme baktığı için nâmahremlerden gelen günahlar göze sirâyet eder. Üstad’a bakınca o Üstad’ı rahatsız eder.”
Halıcı Hüseyin Çağdır Ağabey anlatmıştı: “Bir gün Mustafa Birlik kardeşin evinde ders vardı. 1960 ihtilali sonrasıydı. Mehmet Ali Aytaç isminde bir emekli Korgeneral, parti kurmayı, senatör olmayı aklına koymuş. ‘Biz eğer Meclis’e girersek, İngiliz demokrasisini getireceğiz’ gibi sözler söylüyordu. Yarım saat bu minvalde konuşup durdu. Ahmet Feyzi Ağabey de bir köşede uyukluyor da sanki dinlemiyor gibi… Sonra bir başladı konuşmaya, ‘Asr-ı saadetteki, İslâmiyet’teki demokrasi’ meselesini çok veciz bir şekilde bir saat izah etti. Konuşma fevkalâde olmuş, hepimizin hoşuna gitmişti. Sonra ‘Ben bir abdest alayım’ diyerek dışarı çıktı. Korgeneral Mehmet Ali Aytaç hayret ve takdirle, ‘Yahu bu zât kimdir? Ben hayatımda böyle bir zât görmedim, bu nasıl konuşma böyle! Niye daha evvel söylemediniz? Bu adamın yanında konuşulmaz!’ dedi…”
“Ahmet Feyzi Ağabey, avukat Ethem Sarıoğlu’na öğrenciliğinde bir mektup yazmış. O da bu mektubu ezberlemiş. Bir gün benim halıcı dükkanımda, bunların ikisi seneler sonra karşılaştılar. Avukat Ethem Sarıoğlu, ezberden bu mektubu okumaya başladı. Ahmet Feyzi Ağabey ‘Acayip! Kim yazmış bunları? Nasıl ifadeler bunlar?’ demeye başladı. O da ‘Ahmet Feyzi Ağabey, sen beni ibadete davet için bu mektubu yazmıştın, ben de ezberledim’ deyince, ‘Aâh’ Ben eski hâlimi göremiyorum!.’ dedi.
Ahmet Feyzi Kul’u yetiştiren ocak Risale-i Nur’lardır. Lâhikalardaki başta Hulusî, Husrev, Sıddık Sabri Ağabeyler gibi zatların mektupları da onların nurlardan nasıl istifade ettiklerini gösterir. Risaleler ses; lâhikalar aks-i sadâdır. Lâhikalar olmasaydı bu işi tam anlayamayacaktık. Onların da çok okunması gerekiyor; çünkü bu günlere ışık tutuyorlar. Evet Nur’ları anlayabilmek için yazıldıkları yılların da ağır şartlarını bilmek lâzım… Bunun çaresi de Lâhikalar’ı iyi okumaktır…