Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

Durağanlık Ahmet Kurucan

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
emiroğlu

avatar


Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 594 Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor

MesajKonu: Durağanlık Ahmet Kurucan Durağanlık Ahmet Kurucan Icon_minitimePaz 15 Şub. 2015, 15:09

Allah buyuruyor ki Kur’an’ında: ‘Böylece Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister.’ Ve hemen ardından; ‘Allah, sizin içinizden mücahede edenlerle, zorluklara karşı sebat gösterip sabır edenleri ortaya çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz?’Ocak 2015 ortalarında iki ayeti peşi peşine okudu ve hemen arkasından “Öyle anlaşılıyor ki yolun hususiyeti bu.” hatırlatmasını yaptı Fethullah Gülen Hocaefendi.
Ortamı tasvire çalışacağım ama önce 1981 yılı Ağustos ayında kaleme alınmış “Yollar” başlıklı makalesinden birkaç paragraf: “Her yolun zevki, sefası olduğu gibi; çilesi, ızdırabı da vardır. Hele bu yol sonsuzlukla kucak kucağa ve iç içe ise..
Nimet ve külfet

Kim demiş, ebedî mutluluk bir ulûfe, sonsuz nimetler de bir buluntu! Her saadet, aşılması çok zor sarp tepelerin arkasında ve her nimet de bin konağı olan, uzun bir yolun en son durağındadır.

Evet, her nimet, upuzun külfetlerin gelip geçtiği yollarda gelişir ve her saadet de, bir sürü mahrumiyetlerden sonra elde edilir.

Mısır’a hükmedebilmek için, kova gibi kuyuya salınmak, bir tutsak gibi esir pazarlarında dolaştırılmak ve bir mücrim gibi zindanlara atılmak şart ise, bunları değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir ve bunları görüp tartmadan asla hedefe varılamayacaktır.”

Hocaefendi’nin kaleminden okuduğumuz bu satırlar İlahi adeti gösteriyor. Sünnetullah diğer adıyla. Veya Allah’ın en sevdiği kulu Hz. Muhammed (sas) için bile değiştirmediği tekvinî kanunlar. Öyleyse ümitsizliğe düşmek neden? Nitekim öyle söyledi: “Hayatım boyunca hiç ümitsizliğe düşmedim. Ama hadiseler insanı hırpalamıyor da diyemem. Keçecizade’nin dediği gibi “Ben usanmam gözümün nuru cefadan amma / Ne kadar olsa cefadan usanır candır bu!”

Ne yapılacak o zaman? Bir yılı aşkın sürede yüzlerce defa söylediği gibi bir kez daha söyledi: “Yapılacak şey, muvakkat şeylere takılmadan sürekli hareket halinde bulunmak. Şartlar müsait hale geldiğinde de hızı artırmak.”

Bu sözler beni İstiklâl Marşı şairimizin meşhur tespitine götürdü. Şöyle der Akif, Süleymaniye kürsüsünde ‘Benim için mücahede edenlere mücadele yollarını gösteririz’ ayetini tefsir ettiği vaazında: “Kanun-u hayat böyledir. Duranlar için hakk-ı hayat yok. Beşeriyet durmuyor. Durursan muhakkak ezilirsin!”

Devam etti Hocaefendi uyarılarına: “Kıvamınızı kaybetmemeye bakın. Çok yakın dönemlerde millet olarak neler neler yaşadık ama gerilimimizi hiçbir zaman kaybetmedik, kıvamımızı koruduk. Şimdilerde aynı şeyi söylemek zor. Millet olarak o kıvamı kaybettik sanki. Değerlerimizin yitirilmesine karşı duyarsız bir haldeyiz. Maddeye manadan, şekle özden daha fazla değer veriyoruz. Halbuki kıvamı korumanın en önemli esaslarından biri, yapılan işleri şekle bina etmemektir. Eğer sizler kalbî ve ruhî hayatı bir kenara bırakır, işin özünü terk ederseniz; o ölçüde dökülmeler yaşarsınız. Bakın mazimize. Sarayların, ihtişamların, gösterişlerin olduğu dönemler bizim kalbî ve ruhî hayatımızı yitirdiğimiz dönemlerdir.”

‘En mükemmeli yaşama’

Çok kısa bir müddet durdu. Her zaman yanı başında duran suyundan bir yudum aldıktan sonra: “Dinimizin emir ve yasaklarını kemal-i hassasiyetle yaşamaya talip olmak lazım. En mükemmeli yaşama. Abdest alacaksınız, abdestte en mükemmeli yakalamalısınız. Zaten Efendimiz (sas) ‘Hatalarınızı silip temizleyecek ve sizi derece derece yükseltecek amelleri söyleyeyim mi’ dediği yerde ilk olarak ‘isbâğu’l vudû yani şartların abdest almak için namüsait, zor ve meşakkatli olduğu durumlarda abdesti tastamam almak’ demiyor mu? Namazda da aynı. Çok sık tekrar eden kavramla namazda namazlaşma. Geçen gün Türkiye’de dindar çevrelerde yapılmış bir anketten beş vakit namaz kılma oranının yüzde 18’lere düşmüş olduğunu söylediler. İmam hatip liseleri ile alâkalı telaffuz ettikleri rakam daha düşüktü. Şaşırmamak elde değil. Halbuki asıl olan insanların Allah ile münasebetlerinin temin edilmesidir. Her neyse, bu hususlarda birbirimizi uyaralım, rehabilite edelim. Yanlışlarımızı, hatalarımızı, kusurlarımızı, eksikliklerimizi usulüne uygun bir şekilde söyleyelim. Lüks arabalara, yalılara, villalara takılmayalım. Düz yolda kalalım, düz yolda yürüyelim. Bahreyn’den gelen malları duyduklarında sahabenin göstermiş olduğu tavra: ‘Öyle zannediyorum ki Ebu Ubeyde’nin bir şeyler getirdiğini haber aldınız. Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi sizin önünüze de serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum.’ uyarısına kulak kesilelim. Bir de tefekkür, tezekkür, tedebbür ve şefkat ufkunda derinleşmeye bakalım.”

Salonda hatırı sayılır insanlar var. Eski dostlar bunlar. Sözün akışı içinde bazen birkaç cümleyle bile olsa düşüncelerini söylüyorlar. Söyledikleri düşünceler sözün de akışını değiştiriyor. Bakın sözün değişen mecrasında söylediği bir cümle: “Birileri yaptıkları algı operasyonları ile sizleri hem suçlu gibi göstermeye çalışıyor hem de suçluluk psikolojisi içine sokmak istiyorlar. Eğer siz suçlu değilseniz niye bu psikoloji içine giresiniz ki, suçlu gibi gösterilmekten niye korkasınız ki?”

Anladığım o ki Türkiye’deki gündelik siyasetin boğucu atmosferinin içine girmiyor. Yaklaşan yatsı namazı vaktinin de bunda etkisi var; var ama girmek istemediği de belli. Zira sözü siyasi gündeme doğru çeken çıkışlara nezaketen birkaç cümle ile cevap veriyor, konunun etrafında dolaşıyor ve hemen sözü vermek istediği mesajların zeminine çekiyor. Mesela birisi atfedilen cürümlerden bahis açtı. Herkesin dilinde pelesenk olmuş şeylerdi anlattığı -daha doğrusu anlatmaya durduğu- şeyler. Bir tek cümle söyledi: “Karşı tarafı karalayarak ak’lanma olmaz. Ak’lanma başka bir ameliye ister.”

Bir başkası “Günah değil mi?” türü bir şey söyledi. Cevabı: “Allah’ın af etmeyeceği günah, günahı hafif görmektir. Bu tip insanlar Allah Gafur ve Rahim’dir derken bile yalan söyler.”

Bir diğeri, dile getirdiği bir örnekte günümüz ile asr-ı saadet benzetmesi yaptı. “Siyer kitaplarına baktığımızda gördüğümüz asr-ı saadetin sadece asr-ı saadete has bir çerçevede cereyan etmiş hadiseler zinciri şeklinde anlatılmasıdır. Halbuki işin doğrusu asr-ı saadet insanlığın sergüzeştisi gibidir ve öyle ele alınmasıdır.”

1981 Ağustos’unda kaleme alınmış ‘Yollar’ makalesi ile başlamıştık; onunla bitirelim: “Ve asıl yol, insanoğluyla doğmuş, onun şuuruyla aydınlığa kavuşmuş ve onun duygu ve düşüncesiyle sonsuzluk kazanmıştır. Ne gariptir ki; yolsuzluk da onunla doğmuş ve yolların rağmına bir lâhza da, yakasını bırakmamıştır. Her devirde, yıldızlar arası seyahat edenlere mukabil, bataklıkta yol arayanlar da eksik olmamıştır.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Durağanlık Ahmet Kurucan

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: RUH UFKU :: Sohbet-i Canan -

/

Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar