Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08
Mesaj Sayısı : 594
Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor
Konu: M.Nedim Hazar Korkunun rotasında C.tesi 19 Ara. 2015, 16:10
Lügatler, Perseküsyon'u şöyle tanımlıyor: “Kötülük görme sanrısı. Hastanın sürekli izlendiğini, hakkında komplolar kurulduğunu, kendisine eziyet edildiğini duyumsamasıdır.”
Kitle ile korku arasındaki bağdan bahsetmek gerekirse; korku durumunda kitle birleştirici olmaya, beraber kalmaya, kaçacaksa bile aynı yöne doğru koşmaya güdülüdür. Bunun farkında olanlar, korkuyu çok iyi birleştirme aracı olarak kullanabilirler. Zaten onları kitle yapan şey, kaçtıkları yönün aynı oluşudur. Doğrusu da budur belki, farklı yöne koşmak yalnızlığı, yalnızlık tehlikeyi ve korumasızlığı getirir. Bu kaçış çoğu zaman bir inanç birliği sanısına sebebiyet verir. Elias buna ‘nabazan' ya da ‘ritmik kitle' diyor.
Yukarıdaki satırlar yıllar önce kaleme alınan kitabım, “Barbarları Beklerken/Yıkıldı Büyük Babil” kitabından alındı.
Orwell ve Zamyatin gibi yazarlar, işin bilimsel yönünden habersiz olarak distopyalarında kullandılar bu meseleyi ve enteresan şekilde “korku ile şartlandırmak” demiş her ikisi de. Amigdalaların keşfi ise çok sonra, neredeyse 20. yy sonlarına doğru.
Amigdala, nöronların beyinde oluşturduğu şeklen bademe benzeyen bir bölüm. Başta korku olmak üzere tüm duyguları denetliyor. Üzüntü, sevinç, üşüme, yanma, ağrı… Hepsini amigdala sayesinde hissediyoruz. Bilim adamları 1970'li yılların sonunda enteresan bir şey fark etti. İnsan, kendini tehlikede hissettiği anda, yani amigdalanın sadece korku devresi açık kaldığında değir tüm hisleri otomatik olarak devre dışı bırakıyor.
Şöyle izah edeyim; örneğin caddede karşıdan karşıya geçerken bir araba hızla size yaklaştı ve çarpması an meseli. O anda korku algınız dışındaki tüm hisleriniz önemsizleşiyor, devre dışı kalıyor. Beyin sadece hayatta kalmak üzerine çalışıyor.
“Ya istikrar, ya kaos” söylemi yıllardır gerek ülkemizde, gerek başka toplumlarda siyasetçilerin sıklıkla kullandığı bir kampanya söylemidir. Açıkçası rasyonel karşılığı olmadıkça pek işe yaramaz. Ancak, bizde olduğu gibi, bir seçim sonrasında aniden terör olayları patlak verip, neredeyse her kasabaya bir ölüm haberi gelmeye başladıysa kitlesel amigdala devreye girebiliyormuş. 1 Kasım sonuçlarını bir de bu mercekle okumak yararlı olacaktır.
Elbette korku ile ilişkimiz sadece siyaset ve seçimle kısıtlı değil. Bir şekilde vehimlerin tetiklediği ‘Perseküsyon' ile hayatı ıskalıyoruz ve hatta garip şekilde bundan mutlu olduğumuz sanıyoruz.
İnsanı çok iyi tanıyan William Shakespeare, bu konuda yazmayacak da ne yapacak? İşte “Korkuyor” isimli şiirinden bazı bölümler:
“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor./ Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için./ Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için./ Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için./ Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için./ Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için./ Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için./ Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”
Watson'un “korku ile koşullamak” dediği deneyi belki toplumsal olarak test edenler şimdilerde muvaffak olmanın tadını çıkarıyorlardır. Ancak daha büyük bir referans var hemen şurada:
“Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. “ (Kur'an-ı Kerim, 10/62-63)