2015'in tarihi: Sırrımız feryâdımızdan uzak değil Emine Eroğlu
Yazar
Mesaj
emiroğlu
Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08
Mesaj Sayısı : 594
Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor
Konu: 2015'in tarihi: Sırrımız feryâdımızdan uzak değil Emine Eroğlu C.tesi 09 Ocak 2016, 15:22
Nobel Edebiyat Ödülü'nün bu yılki sahibi Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç, 7 Aralık'ta “kaybedilmiş bir savaş üzerine” başlıklı bir ödül konuşması yaptı. Bu konuşmayı önemseyişim, içinden geçtiğimiz savaş atmosferine ayniyetle tercüman olmasından değil. Hatta insana değer vermeyen toplumların savaş mantığı ile düşündüğüne, savaş dili ile konuştuğuna yaptığı vurgu da değil. “Büyük tarih”i küçük insan öyküleri üzerinden okuma becerisi gösteriyor oluşu… Sanıyorum edebiyat bile kendini bu öyküler üzerinden yeniden tanımlamak zorunda. Zira “İçerik, biçimi yırtıp geçiyor. Onu bozuyor ve değiştiriyor. Her şey sınırlarından taşıyor” artık. Kaybedilmiş bir savaşın zamanını yaşıyoruz.
“Burada yaratıcılığa yer yok.” diyor Aleksiyeviç, “Gerçeği olduğu gibi aktarma, ‘edebiyatüstü' olma zorunluluğu var. Şahit, anlatmakla yükümlü…”
Aleksiyeviç kendi kitaplarından alıntılar/ göndermeler yaptığı konuşmasında “sesler”e yer veriyor. Savaşa tanıklık edenlerin sesleri bunlar. Kendi öyküsünü anlatan, “küçük insan” sesleri:
“Beni ilgilendiren, küçük insan. ‘Küçük büyük insan', ben böyle diyorum, çünkü zulme tabi olmak insanı büyütüyor. O kendi küçük hikâyesini ve tarihini anlatırken büyük tarihi de anlatıyor. Başımıza gelmiş olanları, hâlâ da gelmekte olanları henüz anlamlandırabilmiş değiliz. O yüzden anlatmak gerekiyor, başlangıçta önce dile getirmek gerekiyor.”
Ben de modern tarihin olaylar değil, küçük insan öyküleri üzerinden yazılması gerektiğine kani olanlardanım. Kendi seslerimizi toplayarak bir tarih yazabiliriz. Başımıza gelenleri anlamlandırabilmek için Aleksiyeviç'in naklettiği seslerin yerine kendi gerçek seslerimizi koyabiliriz.
1. Ses
"Üç kızım vardı, beş de oğlum. 23 yıl önce büyük kızımı, şimdi ise küçük kızımı, 10 yaşında kaybettim. Evimiz yüksek bir noktada. Cizre'den de patlama ve silah sesleri geliyordu. Ne olup bittiğini görmek için kapının önüne çıkıp baktık. Birden bize de ateş edilmeye başlandı. Avluya kaçtık. Cemile önümde düştü, ben de üzerimize yağan kurşunlardan korunmak için Cemile'nin üzerine kapandım. Kalktığımda Cemile'nin yaralandığını gördüm. Bağırdım, yardım istedim, ama Cemile kollarımda can verdi. O gece kızımın cesedini koynuma alarak uyudum. Sabah saçlarına ve ellerine kına yaktım. Sonra onu yıkayıp, kefenledik. Cesedi bozulmasın diye, kayınbiraderimin evindeki derin dondurucuyu getirip kızımı içine koyduk. Üç gün boyunca kızımın cesedini buzlukta beklettik. Daha sonra da milletvekilleri gelince cenazesini hastanenin morguna götürdük."
2. Ses
“Annem 50 yaşında 11 çocuk annesiydi. Komşularımızdan dönerken sokak ortasında vuruldu ve hayatını kaybetti. Yusuf amcam annemin yardımına koşarken evimizin avlusunda vuruldu ve 20 saat boyunca ambulansın gelmesini yaralı bir şekilde bekledi. Daha sonra kan kaybından yaşamını yitirdi. Babam cenazeyi almak için dışarı çıkarken vurulup yaralandı, sonra sokaktaki bir eve sığındı. Annemin ve amcamın cenazeleri ise tam 7 gün sokak ortasında bekledi. Benim annem için de ‘terörist öldürdük' diye açıklayacaklar. Şimdi benim annem de terörist mi oldu? Onlar ne zaman terörist oldular?”
3. Ses
“Miray bebeğin amcasıyım. Babam ve annem, Miray'ın büyük babası olan kardeşim Abdülkerim ile yaşıyor. Evleri iki katlı ve üst katta kalıyorlar. Çatışmalar şiddetlenince, hem bombaların, hem de keskin nişancıların korkusundan alta geçmek istediler. Alt kata inerken üzerlerine ateş açıldı. Miray, halasının kucağında ve merdivendeyken kurşunun biri yanağına isabet etti. Öldü sandık ama kan gelmedi. Beş dakika sonra ağlamaya başladı. Kardeşim Abdülkerim, ambulansı arayıp yardım istedi. Telefondakiler, bir kadın ve iki erkeğin beyaz bayrak taşıyarak bebeği belirli bir yere getirmelerini istedi. Babam Ramazan, annem Rukiye ve kardeşim Abdülkerim bebeği alıp çıktılar. Çok geçmeden silah sesleri geldi. Daha ambulans gelmeden ateş edilmiş. Miray aldığı ikinci kurşun darbesiyle olay yerinde hayatını kaybetti. Babam ve annem ağır yaralandı. Babam karnından vurulmuş. Hastanede hayatını kaybetti.”
Pek çoklarının kör ve sağır kaldığı Miray bebeğin, Taybet Ana'nın, Cemile'nin öyküsü yaşadığımız coğrafyanın tarihi. Sesleri çoğaltmanın mümkün olduğunu hepimiz biliyoruz. İçinden geçtiğimiz süreci masum insanların gözaltı, tutuklama ve hapishane öyküleri üzerinden okuyabiliriz mesela. Göç öykülerinin, Ankara, Suruç katliam öykülerinin, şehit asker ve polis öykülerinin gelecek nesillere anlatacağı çok şey var.
Aleksiyeviç, Flaubert'in kendisine “Kalem insan” deyişinden hareketle “Ben de kendim için ‘kulak insan' diyebilirim.” diyor. Hz. Mevlânâ da Mesnevi'sine “Dinle” diye başlayarak bizi “kulak insan” olmaya çağırıyordu. İnsanın hikâyesini dinle! Dinle ki paramparça sinelerin ıstırabını duyabilesin. Ayrılık acısı seni inletsin. Hiçbirimizin sırrı feryâdımızdan uzak değil. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakta onu işitecek kudret yok. Dinle, zira mazlumun sesine kulak vermezsen zalimin şamatası seni sağır eder. Güce tapıcıların gulgulesi tüm sesleri boğsa da kalp kulağı kelimeleri ateşinden tanır. Kimin sesinde ıstırabın ateşi yoksa ondan yüz çevir. Dile kulaktan başka müşteri yok. Dinlemezsen anlayamaz, kendi kalbine yol bulamazsın. Ancak dinlersen o hikâyenin şahidi ve anlatıcısı olabilirsin!..
Ruhun tarihi muktedirleri ilgilendirmese de zulme karşı özgürlüğümüzü o seslere kulak vererek kazanabiliyoruz ancak. Kaçırılmış tarih bizim uğraşı değil, yaşam alanımız.
2015'in tarihi: Sırrımız feryâdımızdan uzak değil Emine Eroğlu