Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

O çocuk hâlâ ağlıyor VEDAT BILGIÇ* 9 Ocak 2016, Cumartesi

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
emiroğlu

avatar


Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 594 Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor

MesajKonu: O çocuk hâlâ ağlıyor VEDAT BILGIÇ* 9 Ocak 2016, Cumartesi O çocuk hâlâ ağlıyor VEDAT BILGIÇ* 9 Ocak 2016, Cumartesi Icon_minitimeC.tesi 09 Ocak 2016, 15:34

O çocuk hâlâ ağlıyor VEDAT BILGIÇ* 9 Ocak 2016, Cumartesi Cocuk

Bir ülkenin geleceğinin hikâyesini anlamak için o ülkenin çocuklarının hikâyesine bakmak fikir verici olacaktır.

Çünkü çocuklar bir çekirdek gibi hem geçmişin yaşanmış hikâyesini hem de geleceğin yaşanacak hikâyesini içlerinde barındırırlar. Bu ülkenin çocuklarının hikâyesi neden hep ağlamaklı olmak zorundadır bunu anlamak zor. Elbette çocukların ağlamasının sebebi büyüklerdir. Nasıl ki ailenin ebeveynleri sorunluysa çocukları da sorunlu olur, bunun gibi bir ülkenin ebeveynliğini üstlenen büyükleri çocukların acılarının baş mimarıdır.

Karşımda oturan genç bana kendi hikâyesini anlatıyor. Anne ve babası ayrı olan 30'lu yaşlarındaki adam, babasını yıllardır görmüyor. Çünkü babası kendisi ve ailesiyle ilgilenmiyor, ama o baba kendini siyaset ve toplumsal çalışmalara adamış. Anne ve babası, kanlı 1 Mayıs'ta silahların patlamasıyla insanların kaçıştığı sırada tanışmış. Silahlar patlayınca ne yapacağını şaşıran annesini çekip kurtarmış babası. Tıpkı filmlerdeki gibi başlamış hikâyeleri. O yüzden "Ben kanlı 1 Mayıs'ın çocuğuyum” diye tanımlıyor kendini. Babaya olan öfkesinden dolayı onun ideolojisini de sevmiyor, siyaseti de. Bu nedenle yıllardır görüşmüyor babasıyla. Babasının hikâyesini sorduğumda ise “Babam evlatları arasında ayrımcılık yapan dedemden çok çekmiş” dedi. Babasının hikâyesini irdelediğimizde yine benzer bir dramla karşılaştık; evine sahip çıkmayan ve çocukları arasında adaletsizlik yapan aşırı otoriter bir baba imiş dedesi. İşte babası belki de otoriter ve adaletsiz babayı düzeltmek istediği için toplumsal olaylara kendisini adamıştı. O dönemin ikliminde sığınacağı tek çardak sosyalist siyasi akımlar olmuştu. Çünkü yarı-tanrı gibi otoriter ama müşfik bir baba inşa etmek için tek yol buydu. İdealindeki devlet baba adaletli olacak, her vatandaşına eşit paylaşımda bulunacak ve halkına sahip çıkacaktı. Ailesinde bulamadığı sahiplenmeyi ve adaleti bir dış dairede yani toplumsal düzlemde arıyordu. Ama farkında olmadan tıpkı kendi babası gibi davranmış ve ailesine sahip çıkmamıştı. O farkında değil ama anlattığı hikâye sanki bu ülkenin birçok çocuğunun hikâyesi. Bireylerin hikâyesi ne zaman toplumun hikâyesiyle örtüşürse o zaman kişi kendini bir kavganın içinde buluverir.

Otoriter aile yapısı, otoriter devleti doğuruyor

İnsan bazen güçlü bir sınıra ihtiyaç duyar. İçinde özgürce ve güvenle yaşayabileceği sınırlara… Bu nedenle kendi çevresine yüksek duvarlar örmek ister. Kendini hapsettiği bu duvarların arasında aradığı ise ne gariptir ki özgürlüktür. Seksenli yıllardaki ağa filmlerinde bu şuuraltı bana tam da bunu hatırlatır. Mülk sahibi bir ağa vardır ve ‘maraba'larına adaletsizlik etmektedir. Bu filmlerin vermek istediği şuuraltı mesaj, mülk sahibi otoritenin ve burjuva düzeninin adaletsizliğidir. Ne acıdır ki buna çare olarak sunduğu idealin de aslında bir çeşit devlet ağalığı olduğunu gözden kaçırır. Mülkiyet sahibi olmak iktidar sahibi olmak demektir. Mülk sahibi mülkü elde ettiğinde aslında onun sadece kontrolünü eline alır. Bu nedenle mülkü kim kontrol ediyorsa geçek muktedir de odur. Bazı insanların aşırı servet ve mülk biriktirmesi sanıldığı gibi sadece zengin ve konforlu bir yaşam arzusu değildir. Onun asıl istediği, gücü ve kontrolü elinde tutmaktır. Çünkü dünyayı kontrol etmenin tek yolunun güç olduğunu sanan ilkel bir içgüdüye sahiptir. Rusya, Çin, İran ve Türkiye gibi Doğu toplumları hangi ideoloji ve inanca sahip olurlarsa olsunlar yönetimlerinde aşırı bir otoriterlik hemen kendini belli ediyor. Bunun sebebi elbette coğrafyadır.

Bir insan için bedensel ve genetik topoğrafya neyse toplumlar için de coğrafya odur. Genler nasıl insanların kaderiyse İbn-i Haldun'un dediği gibi coğrafya da milletlerin kaderidir. Bir toplumu anlamak için o toplumun hücresi olan aile yapısına göz atmak gerekli. Aslında Doğu toplumları güçlü aile yapısıyla övünse de aşırı otoriter eğilimin dezavantajlı yönleri olabileceğini göz ardı eder. Doğu toplumlarında otorite kontrolü güç üzerinden sürdürdüğü için, daha zayıf olanlar, örneğin kadın ve çocuklar ikinci plandadır. Otoriter aile yapısında çocuklar zorla evlendirilebilir, eğitimi engellenebilir veya fiziksel şiddet görülebilir. Hatta kız çocukları başlık parasıyla satılabilir çünkü evlat bile mülk gibi algılanır. Bazen ailede otorite baba değil, anne de olabilir. Bazı ailelerde erkek çocuklar da mülk gibi algılanır ki kendi bireysel yaşamına izin verilmez. Böyle toplumlarda toplumsal şuuraltı, halkı devletin mülkü veya çocuğu gibi algılarken sivil toplum örgütlerini ise mutlak itaat etmesi zorunlu karısı gibi algılar. Evin uslu çocukları ödüllendirilirken otoritenin istediği gibi davranmayan evlatlar ise şiddetle cezalandırılır.

Sokaklara bakınca Kastamonu-Denizli-Isparta hapishanesinin çocuklarını, Yassıada'nın çocuklarını görüyorum sanki. Kanlı 1 Mayıs'ın çocuklarını, 12 Eylül'ün, Diyarbakır Cezaevi'nin çocuklarını, 28 Şubat'ın çocuklarını... Büyüklerin kavgalarında ruhları ve bedenleri yaralanan çocukları...

Anadolu'nun kolektif hafızasında zulüm yoktu

Kendi çocuklarına kıyabilenler acımasızlığın zaferini kucaklayabilirler. Çünkü ancak merhamet ve şefkatini yenebilenler Mefisto ile anlaşabilir. İşte o zaman Faustvari bir zafer garanti demektir. Goethe'nin Faust isimli bu eseri eski bir Alman efsanesine dayanır. Yani bu hikâye Alman kolektif bilinçaltının ürünüdür. Ne ilginçtir ki şeytani bir kudreti elde eden Hitler'in çıktığı yer de bu coğrafyadır. Oysa bizim topraklarımızdaki hiçbir hikâyede güç için şeytanla anlaşma yapmak yoktur. Aksine bizim Köroğlu veya Karacaoğlan gibi efsanelerimizde öksüz veya yetim bir çocuğun kudretli hükümdarları yerle bir etmesinin hikâyeleri vardır. Yani Anadolu'nun kolektif hafızasında zulüm yoktur. Bu nedenle bu topraklarda zulmeden her kimse bu kültürün çocukları olamazlar.

Hani çok bilinen bir “ağlayan çocuk” tablosu vardır. O tablonun aslı İtalyan ressam Bruno Amadio'nun bir eseridir. Sızıntı dergisinin ilk sayısının kapağında o resmin olması bana hep çok manidar gelmiştir. Altında Mehmet Akif'in şu dizeleri yer alır: “Merhametin yok diyelim nefsine, merhamet etmez misin evladına”. İlk sayının baş yazısı Hizmet hareketinin yola çıkış gayesinin çekirdeği gibidir adeta. O yazının bir kısmı şöyledir:

“Senin uğruna bu yola atıldık. Acılarına ortak olmak, ıstıraplarını dindirmek, gönlünü âbâd etmek için... Bize gönül koyma! Ağırdan aldık; vaktinde imdadına yetişemedik. Beynini söndürürken, kalbini kursağına yedirirken, görmüştüm olup bitenleri ve uzatamamıştım günahkâr ellerimi... Sızlanışına rağmen uzatamamıştım... Kader'in Faust'un kaderi, ama Mefiston kim? Kim revâ gördü bunları sana?..

Emin bir ülkede idin. Sıcak bir yuvan vardı. Rızkın başının ucunda ve işin yolundaydı. Sonra şu vahşetzâra geldin ve geldiğine bin pişman oldun. Ama gelmemek elinde değildi. Geldin ve etrafını büsbütün boş bulup hâline âşina kimse göremedin. Âh u efgânını, sadece sen duyuyordun.

Dünün bugününü doğurdu ve bugünün, ne olacağı belirsiz yarınlarını hazırlamakta. Yolların ayırımındasın yavrucuk! Şimdi bana müsaade et de, şu bâdirede Bahadır'ın olayım. Mızrabımı senin için vurup, feryâdımı rûhuna duyurayım.”

Evet, Hizmet hareketinin ortaya çıkışı işte tam da bu felsefede saklı. Gözyaşlarıyla yoğruldu bu hamur. Zira ağlamayanlar ağlayanların halinden anlayamazdı. Şimdi şefkat dağıtmak için yola koyulmuş bu kervana eşkıya muamelesi yapılıyor. Ne acı ki bu toprakların çocukları hâlâ o yazıdaki şefkate muhtaç. Maalesef bu coğrafyanın çocukları hâlâ ağlıyor. Ağlayan çocuk tam gülmeye başlamıştı ki, daha kötüsünü ona reva gördüler. Ağlayan çocuğun adı artık Aylan oldu, cansız bedeni yatağında uyur gibi kıyıya vurdu. Ceylan oldu, sokakta oynarken vuruldu. Şimdi onların kaderini başka çocuklar paylaşmasın diye yeniden yola koyulma vakti.

*Yrd. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Bölümü
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

O çocuk hâlâ ağlıyor VEDAT BILGIÇ* 9 Ocak 2016, Cumartesi

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: DİVAN-I EDEBİYAT :: EDEBİYAT -

/

forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar