Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

Diktatör Ali Ünal Mazlumun zulmü Ali Bulaç

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
emiroğlu

avatar


Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 594 Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor

MesajKonu: Diktatör Ali Ünal Mazlumun zulmü Ali Bulaç Diktatör  Ali Ünal  Mazlumun zulmü  Ali Bulaç Icon_minitimePtsi 29 Şub. 2016, 10:52

Kelime, Latince dictare (yazdırmak) fiiline dayanır. Diktatör, eski Roma'da olağanüstü hallerde ülkeyi yönetmek için Senato'nun görevlendirdiği yargıca denirdi.

Kelime modern zamanlarda menfî manâya bürünmüş olup, “güce dayanan, hürriyetleri kısıtlayan, kanunları dikte eden, gayr-ı hukukî yollarla rakiplerini ezmeye çalışan ve daha çok megalomani ve kişi kültüyle ön plana çıkan idareci” için kullanılmaktadır. Eisenhover, “İnsanlara saygısızlık, diktatörün birinci vasfıdır.”; Tomas Masaryk, “Diktatörler son dakikaya (diktalarını hakim kılıncaya) kadar daima iyi görünürler.” der.

Kolorado Üniversitesi'nden psikolog Coolidge ve Segal, kendilerine en yakın olmuş kişilerin haklarında verdikleri bilgiye dayanarak Hitler, Saddam ve Kim Jong-il'i incelemişler ve bu üç şahsın da sadist, anti-sosyal, paranoyak, şizofren, narsist, şizoid ve şizotipal (kendiyle meşgul) olduğu sonucuna varmışlardır. (American Scientist, 19.12.2011) Kaliforniya Üniversitesi'nden profesör James Fallon, diktatörlerin karizmatik, ben merkezci, usta yalancı, sadizm derecesinde acımasız, psikopat, tatmini imkânsız megalomani ve güç şehveti içinde olduklarını belirtir.

Bilhassa klasik çağlar filozofları mutluluk ve ahlâkî fazileti bir arada ele almış ve bunları insana verilen akıl, şehvet (cismanî tutku) ve öfke (savunma mekanizması) gibi melekeleri adalet veya itidal dedikleri orta noktada kullanabilmekte görmüşlerdir. Meselâ Eflâtun, ruhun akıl, hareket ve cismanî tutku bölümlerinden söz eder ve bunlar etrafında hikmet, cesaret, itidal ve adaleti dört temel fazilet olarak değerlendirir. Aristo da, benzer şekilde insanda olur-olmaz öfkelenme (tehevvür) ile korkaklık arasında cesareti, cismanî tatmin düşkünlüğüyle (fücur) iştihasızlık (hümudet) arasında itidali, harcamada israf ile cimrilik arasında cömertliği, başkalarıyla münasebette dalkavuklukla geçimsizlik arasında dostluğu, kendine bakışta gurur ile ürkeklik arasında mürüvvet ve tevazuu faziletler olarak değerlendirir. Müslüman ahlâkçılar, meselâ İbn Miskeveyh ve Hz. Bediüzzaman da benzer yaklaşım içinde olup, insanda başlıca akıl, şehvet ve öfke mekanizmalarından ve bunların ifrat, tefrit ve fazilet olarak orta noktalarından söz ederler. Akıl melekesinin ifratı demagoji/diyalektik, şehvetin fücur, öfkenin tehevvür; aklın tefriti ahmaklık, şehvetin hümudet, öfkenin korkaklık; her biri temel fazilet olan orta noktalar ise akılda hikmet, şehvette iffet, öfkede cesarettir. İşte bu üç orta noktadan ifrat ve tefrit yönlerinde her sapma, derecesine göre ahlâk ve karakterde erozyon demektir. Diktatör, özellikle öfke mekanizması tehevvür cihetinde en uç sapma içinde olan kişidir ki, Hz. Bediüzzaman, böylesi sapmanın Firavunları, Nemrutları, Şeddatları ürettiğini ifade eder.

Hz. Bediüzzaman, “Kibrin kaynağı aşağılık kompleksidir; gururun madeni kalbî zayıflıktır; tahripçi tenkit ve muhalefet, âcizlikten doğar.” tespitinde bulunur; yani, insanda bahsi geçen faziletlerden her sapma, bir boşluğun, kompleksin aksi yöndeki yansımasıdır. Öyleyse diktatör, zâtında zayıftır; âcizdir; dolayısıyla ve benliğini kaplamış kıskançlık ve aşağılık kompleksi sebebiyle kindardır, kibirlidir; kavga ve şiddetten beslenir; kendini halkın “rabbi” sanır ve insafsız da olduğundan, hak ve hakikate tahammülü yoktur; baskı ve zulümde güç arayan, fakat, yine Bediüzzaman ifadesiyle, güçlü önünde ayak yalayan bir zelildir; dolayısıyla, Kur'ân'da Firavun hakkında geçtiği üzere, onun üzerinde hükmeden güçler vardır. Yine Kur'ân'da Firavun için buyrulduğu üzere, insanların fıskından, korkusundan, menfaat ve hayat düşkünlüğünden istifade eder ve onları korkutarak ve bölerek yönetir. Evet, Buckminster Fuller de, “Diktatörlere diktatörlük imkânı veren, kendileri değildir.” der.

Mazlumun zulmü

Kur'an'da, ahirette kitleleri peşinden sürükleyenler ile onların arkasından sürüklenenler birbirleriyle çetin bir tartışmaya girişeceklerken tasvir edilir.

Kimi zaman sitem ve sorgulama, kimi zaman karşılıklı suçlama şeklinde olan tartışmanın esası şudur: İktidar seçkinlerinin peşine takılanlar, “Madem siz dünyada bizim liderlerimizdiniz, bizleri size tabi olmaya çağırıyordunuz –ki biz de size uyduk- o halde şimdi de bize sahip çıkın!” diyeceklerdir.

İki taraf için de trajik bir durum! Karşılıklı suçlama ve atışmalardan ister hakim güç, ister zayıf kitleler olsun, hayatlarını İlahi rıza, hak, hakkaniyet ve adaletin dışında geçirenler arasında fark yoktur. Kişinin zayıf ve yoksul olması, onu içinde yer aldığı cürümden kurtarmaya yetmez. Karl Marx, emeğe sahip olan işçi sınıfının sadece bundan dolayı üstün değeri temsil ettiğini düşünüyordu, ama salt emek her işte kullanılabilir.

Ahzab Sûresi'nde (33/67-68), yoksul ve yoksun oldukları halde, zorbalara ve suçlulara tabi olanların, ahirette şöyle yalvaracakları anlatılır: “Rabb'imiz, biz efendilerimize ve büyüklerimize tabi olduk, böylece onlar bizi yoldan çıkarmış oldu; Rabb'imiz, onlara azaptan iki katını ver ve büyük bir lanet ile lanet et!” Zulmedenlerle birlikte hareket eden güçsüz kitlelerin bu retoriğinin iki sebebi olabilir: Biri onları yanıltan liderlerine olan kızgınlıkları, diğeri iştirak ettikleri veya ses çıkarıp itiraz etmedikleri zulüm dolayısıyla geçerli olur düşüncesiyle mazeret beyan etmeleri. Fakat her ikisi de fayda sağlamaz.

Tartışma sırasında güçsüz kitleler, onları etkisi altına alan hakim güçlere “Sizler olmasaydınız, biz doğru yolda olurduk” dediklerinde, onlardan aldıkları cevap şu olur: “Hayır, siz zaten mücrimdiniz.” (34/Sebe', 31-33) Başka bir deyişle siz zaten suç ve günah işlemeye, hak ve hukuk ihlal etmeye, haram yemeye, hırsızlık ve yolsuzluk yapmaya meyilli idiniz, istekliydiniz. Siz bu cürümleri işlemiyor idiyseniz, gücünüz yetmediği, fırsat ve imkanı elinize geçiremediğiniz içindir. Bizi lider kabul etmenizin sebebi de buydu, çünkü biz suç ve günahlarımızla sizlere örnek teşkil ediyorduk, daima içinizden bizim gibi olmak geçiyor, bize özeniyordunuz. Biz sizin başarmış kişilikleriniz idik!”

Saffat Sûresi'nde (37/20-34) bir resim, dünyada nice mazlum ve mağdurun aslında birer zalim olmaya aday olduğunu ortaya koymaktadır: “Kimi kimine yönelmiş olarak birbirlerine soruyorlar: “Gerçekten sizler bize sağdan (sağduyudan ve haktan) yana gelip yanaşıyordunuz.” derler. (Diğerleri de:) “Hayır” derler. “Zaten sizler inanmış kimseler değildiniz. Bizim üzerinizde zorlayıcı bir gücümüz yoktu; hayır siz (kendiniz) azgın bir topluluk idiniz.”

Bu trajik sahneden çıkarılması gereken dersler var: Yeryüzünde Allah'a, O'nun elçilerine ve hakikate karşı kibirlenenler (müstekbirler), davalarının kanıtı olarak peşlerine kitleleri takmakta, onlardan güç ve meşruiyet elde etmekte, kitlelerin veya onlara tabi olmayı kabullenmiş zayıfların emeğini, zaaflarını, beklentilerini ve desteğini sömürmektedirler. Kitlelerin liderlerin peşinde olması onların haklı ve meşru işler yaptıkları anlamına gelmez. Zayıf kimseler de Allah'ın kendilerine büyük nimet olarak verdiği vicdanlarını ve akıllarını kullanmayıp zorbaların ve haktan sapmış kimselerin peşine takıldıkları, dünyevi menfaatler umdukları için onlar da sınavı kaybederler. Bu demektir ki, maddi yönden zayıf veya yoksul olan herkes “iyi” değildir. İyilik doğruluktan şaşmamak, gayrı meşru kazanca tevessül etmemek, zorba ve zalimlerin safında yer almamaktır. Nice yoksul ve muhtaç var ki, zorbalar ve zalimler gibi olmaya can atar. Ve nice mazlum var ki, kendi ölçeğinde güç ve imkan elde ettiğinde, işlediği zulüm diğerlerinin zulmünden beter olur. Paradoksal gibi görünür ama çoğu zaman tabi olanlar ve kendilerine tabi olunanlar birbirlerinin suç ortağıdırlar.

Bu çerçevede yapılması gereken, mazlum ve mağdurlara, hak ve hukuklarını aramaya kalkışırlarken, onları ahlaki eğitimden geçirmek; hak, hakkaniyet ve adaletin ne olduğunu öğretmek, kuvvetli hukuk bilinci vermek olmalıdır. Takvası olmayan mazlum zalim olur; eline imkan ve iktidar geçtiğinde mağdur iken bu sefer kendisi gadretmeye başlar. Bu, tarihte el değiştiren zulüm saltanatının sürüp gitmesini sağlayan önemli sebeptir. study
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Diktatör Ali Ünal Mazlumun zulmü Ali Bulaç

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: RUH UFKU :: Sohbet-i Canan -

/

forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar