Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
mcnn38
Admin
mcnn38

Erkek
Yaş : 43 Kayıt tarihi : 04/09/08 Mesaj Sayısı : 1871 Nerden : Geliyon İş/Hobiler : Yaşamak Lakap : GARİB

MesajKonu: HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı Icon_minitimeCuma 17 Ekim 2008, 16:32

Kulluk ve Kader için tıkla



İşte Hz. Mevlâna her varlığa, yaratılışı, kaabiliyeti ve bulunduğu seviye icabı davranmış ve bunun ceremesi olmak üzere, diyalog kurduğu her insan ve varlığı sevip barışık olabilmiş ve de bir adım daha atmalarını sağlayabilmiştir. Şu misaller onun bu felsefesine ışık tutacaktır:


Mevlâna bir gün “Yetmişiki millet sırrını bizden işitir...” demişti de, devrin mutaasıplarını çileden çıkarmıştı. Kadı Siraceddin’e dert yanmışlardı:
-Mevlâna herkesle dost olduğunu söylüyor, yetmişiki millet dostumdur, diyor. Bu nasıl olur, bu söz küfür değil de nedir?
Kadı Siraceddin, bu sözün tahkiki için bir adamı Mevlâna’ya gönderiyor. Adam, Mevlâna’ya soruyor:
- Sen yetmişiki milletle dost olduğunu söylüyormuşsun, doğru mu?
- Evet, böyle söyledim.
Ağza alınmayacak sözlerle hakaret ediyor adam. Mevlâna sabır ve sükûnet içinde dinliyor, sonra:
- Sözleriniz bitti mi? diyor.
Adam:
- Evet, deyince ona şöyle hitap ediyor:
- Ben senin söylediklerinle de beraberim, seninle de dostum.

Hz. Mevlâna kendisinin sohpetlerine katıldığı halde henüz kendisini tanıyamayan bu insanın idrak ve irfanının sınırlarını çok iyi görerek kırıcı değil yapıcı bir cevap veriyor. Hz. Mevlâna’nın burada kader noktasında yakalayıp teşhis ettiği başka bir güzelllik de şudur: Bu insan hatâlı konuşmuş olsa da sözlerinin gerisinde dini koruma gayreti vardır. İşte bunu çok güzel sezen Hz. Mevlâna: “Ben seninle de beraberim” derken o gayrete ortak olduğunu belirttiği gibi; kendisiyle ve insanlarla ne büyük bir erginlikle barışık ve kardeş olduğunu, Hz. Resûlullah’ın yanındaki birkaç kişinin tiksindiği hayvan leşi için “Ne kadar güzel dişleri var.” diyerek gösterdiği Allah’ın yarattıklarında güzeli görme meziyetini ne güzel sergilediğini ortaya koymaktadır.

İşte Hz. Mevlâna’nın Allah’ın takdirine bu isabet ve güzellikle uyumu az evvel çıkışan insanı diriltiyor. Şaşırıyor gelen adam... Sonra içinde bir burkulma, pişmanlık duyuyor. Büyük insanın dizlerine kapanarak özür diliyor.

Mevlâna kinsiz kavgasız, barışık bir dünyayı düşünüyordu yediyüz yıl önce...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://med-cezir.eniyiforum.org
mcnn38
Admin
mcnn38

Erkek
Yaş : 43 Kayıt tarihi : 04/09/08 Mesaj Sayısı : 1871 Nerden : Geliyon İş/Hobiler : Yaşamak Lakap : GARİB

MesajKonu: Geri: HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı Icon_minitimeCuma 17 Ekim 2008, 16:35

Bir gün devrin ileri gelenlerinden birine sormuşlardı:

-Neden Mevlâna’yı bu kadar çok seviyorsun?

Cevabı şu olmuştu.

-Her peygamberi ümmeti, her veliyi müridleri sever. Fakat görüyorum ki Mevlâna’yı herkes seviyor. Ben nasıl olur da sevemem?

İşte Hz. Mevlâna bir sohbetinde her seviyedeki insanla nasıl barışık olduğunu şöyle izah ediyor:

Mevlâna bir gün buyurdu ki:

-Ben her işimde muvaffak olurum.

Talebesi, “Bu nasıl olur?” diye sordular.

- Cümle halk ile iyi geçinme huyum sebebiyle galip olurum. Mümkün oldukça onları ıslah etmeye gayret gösteririm. Eğer kabul etmezlerse ben onlara tâbi olup ellerinden kurtulurum, dedi.

İşte böylelikle karşısındaki müminle diyaloglarını yıpratmadan muamele eden Hz. Mevlâna sabırla ve küçük hamlelerle en kabiliyetsiz insanı bile bir noktaya, başka bir tabirle gelebileceği noktaya getirmişlerdir. Zaten bize düşen vazife mümin kardeşlerimizin gelmesi gereken yere gelmesine yardımcı olmaktır. Zira Cenab-ı Hakk’ın o kardeşimize gelecekte neler bahşedeceğini bilemeyiz. Şu anki hatalarına takılmak gelecekte kendisine verilecek olan şeyleri kabullenmemizi de zorlaştırır ki bu ise mutlak kadere isyan olur.

Şöyle bir misalle arzedelim: Bir ressam bir resmi yapmaya yeni başlamış olsa, biz bu tamamlanmamış resimde bir çok hatâ bulabiliriz. Ne var ki resim tamamlanmış olmadığı için kendisinde eksiklikler bulunması doğaldır. Biz cehalet, haset, gaflet ya da diğer bir duygu saikiyle o resmi kabullenmeme mantığına bürünsek hem ressamın büyüklüğünü hem de doğacak güzel bir sanat eserini körü körüne inkar etmiş oluruz.

İşte her mümin kardeşimiz de Allah’ın bir sanatıdır. Terbiyesi tamamlanmamış bir insanda hatâlar bulunması bu cihetle doğaldır.Ve bu cihetle muamele edemememiz mutlak kadere ters düşmek olur.

.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://med-cezir.eniyiforum.org
mcnn38
Admin
mcnn38

Erkek
Yaş : 43 Kayıt tarihi : 04/09/08 Mesaj Sayısı : 1871 Nerden : Geliyon İş/Hobiler : Yaşamak Lakap : GARİB

MesajKonu: Geri: HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı Icon_minitimeCuma 17 Ekim 2008, 16:39

Kâmil insanı diğerlerinden ayıran farklardan birisi de şudur ki; halk birbirini şu anki tavırlarına göre değerlendirir, kâmil insanlar ise insanları gelecekleri konuma göre değerlendirirler. Yine insanlardan kaabiliyet sınırlarından fazlasını istemek Allah’ın takdirine ters düşmek olur. Hattâ Allah’ın beklediğinden fazlasını insanlardan istemek, hem kendimizin bilmeden Hakk’ın yerine koymaktır, hem de karşımızdaki insana zulümdür.

Görüldüğü üzere Hz. Mevlâna bu sırrı kavradığı ve mutlak kaderle uyum içerisinde olduğu için herkesle barışık idi.

Gerçekten Mevlâna, din ve mezhep farkı gözetmeden herkesle görüşüyor, onları dinliyor, sonra bir söze başladı mı, karşısındakini inandırıcı sağlam delillerle kendi tarafına çekiveriyordu. Bu yüzden kendisiyle görüşen bir çok hıristiyan, yahudi ve şaki onu dinledikten sonra Müslüman olmuş, hidayete ermiştir.

Bir gün görüştüğü bir papaza sormuştu:

- Sen mi büyüksün yoksa sakalın mı?

Papaz çekinmeden cevap vermişti:

- Ben sakalımdan yirmi yaş büyüğüm.

- Senden yirmi yaş küçük olan sakalın ağarmış. Yazık değil mi ki sen hâlâ karanlıklar içerisindesin!

Bu sözün taşıdığı ince, zarif mânâyı anlayan papaz, hemen o gün müslüman olmuştu.

Konya yakınlarındaki Elâtun Manastırı’na gidiyor, orada papazlar, Mevlâna’yı derin bir huşu içinde dinliyor, sözlerini gönülden tasdik ediyorlardı. Bir gün Konya çarşısından geçerken, karşılarına bir papaz gelmişti. Papaz, Mevlâna’yı görünce eğilerek sevam verdi. Mevlâna Hazretleri daha fazla eğilerek karşılık verdi. Papaz doğrulunca baktı ki, Mevlâna hala saygı duruşundadır. Sonunda görüşüp ayrıldılar. Biraz ilerledikten sonra, Mevlâna yanındakilere:

-Şükür Allah’a tevazuda papazı yendik, demişti.

Görüldüğü üzere bazen taşı gediğine oturtarak, bazen tevazu göstererek, başka dinden olan insanları bile olduğu gibi kabul ederek işe başlamış ve kısa zamanda hidayetlerine vesile olmuştur. Hattâ Mevlâna’nın cenazesine Rum ve papazlardan iştirak edenler olmuştu. Bazı münasebetsizler: “Hıristiyan müslüman cenazesine gelmez, niye geliyorsunuz?” dediler.

Onlar da: “Biz peygamberimizi bu zâttan öğrendik.” cevabını verdiler.

Yine bir gün papazla karşılaştılar. Mevlâna selam verip eğildi. Papaz sordu:

- Ben hıristiyan olduğum halde niçin selam verdin ve eğildin.

- Ben senin şahsına değil; Allah’ın sendeki tecellisine; sendeki, Allah’tan kutsal emanet olan ruha selam verdim, deyince papaz sanki yeniden doğmuş gibi şehadet getirip müslüman olur.

Demek ki her insan için Allah’ın biçtiği bir güzellik var. Biz bunu görebilir ve insanlara aksettirirsek kısa zamanda insanların kendi değerlerinin farkına varması söz konusu olur. Kendini tanıyan da Rabbini tanır ve insanların Allah’ın lâyık gördüğü üstün konuma ulaşmasına yardımcı olmak en yüce bir ibadet olsa gerektir. Ne var ki bu kutsal ibadet büyük bir sabrı, engin bir gönül iklimini gerektirir:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://med-cezir.eniyiforum.org
mcnn38
Admin
mcnn38

Erkek
Yaş : 43 Kayıt tarihi : 04/09/08 Mesaj Sayısı : 1871 Nerden : Geliyon İş/Hobiler : Yaşamak Lakap : GARİB

MesajKonu: Geri: HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı Icon_minitimeCuma 17 Ekim 2008, 16:41

Hz. Mevlâna çarşıda dolaşarak insanları selâmlıyor.

Yanında bulunanlardan bir tanesi:

- İnananların hâlini nasıl görüyorsunuz? diye sorduğunda Hz. Mevlâna o şahıstan eteğini tutmasını istiyor. Mevlâna’nın eteğini tutan şahıs bir de ne görsün? Kimi insan maymun, kimi insan eşek vs. suretinde. Hazret soruyor:

- Gördün mü insanların hâlini?

Demek ki Mevlâna’ya, hangi insanda hangi kötü sıfat varsa, o insan, kendisinde biraz o sıfattan olan hayvanın sûretinde gösterilir.

İnsanı tanıyıp irşad etmelerine kapı açan bu görüş ve tahammüle, ikaz ve irşada devamlı olmak kolay olmasa gerekir.

Hz. Mevlâna’nın herşeyi yerli yerine koymaya dikkat ettiğini, hattâ bütün mahlukata yaradılışı icabı davrandığını gösteren birkaç misal daha verip konuyu tamamlayalım.

l Bir gün Mevlâna semâda iken bir sarhoş da dönmeye başladı. Mevlâna’ya çarptıkça yine dönerdi. Öğrencilerinden bir kaç kişi onu tutup uzaklaştırdılar. Kavga çıktı ve sarhoşu incittiler. Mevlâna onlara darılıp:

- Şarabı o içmiştir, sarhoşluğu siz ediyorsunuz, dedi.

Bir vakit Mevlâna Konya Hamamına vardı. Talebesi o gün gidip buhurlar yakarak istikbal için döndüler ve o esnada hamam boş kaldı.

Miskin lepra illetine tutulanlar hamamda Mevlanâ’ya ayrılan yeri tenha bulup suya girdiler.

Vaktâ ki Mevlâna geldi. Talebesi cüzzamlıları incitip sudan çıkardılar. Mevlâna onlara seslenerek derhal soyunup onların yanına gittiler. Cüzzamlıların üzerlerine döktükleri suyu altlarından alıp kendi mübarek başlarına dökerek, o zavallı hastaların gönüllerini aldılar. Orada bulunanların cümlesi Mevlâna’nın ahlâk güzelliği ve nefsinin yüceliğine hayran kaldılar.

Bir gün Mevlâna Konya’da bir sokaktan geçiyordu. Köpeğin biri yol üzerinde uyumuştu. Mevlâna durdu. Talebesi de durdu. Birisi önden geliyordu. Yol üzerinde köpeğin uyuduğunu gördü. Köpeğini oradan kovdu. Mevlâna ona darılıp:

- Niçin onun rahatını bozdun? dedi.

Şu misal aynı zamanda Hz. Mevlâna’nın bendelerine olan sevgisinede misal teşkil eder:

Bir gün Mevlâna, Çelebi Hüsameddin’e geçmiş olsuna gitti. Talebesi ve dostları önden ve arkadan mahalleyi doldurdu. Bir dar mahalciğe bir köpek geldi. Talebesinden biri o köpeğe vurup kovdu. Mevlâna ona bağırıp:

- Ey bîhaber! Çelebi’nin mahallesine mensup olan köpeği mi dövüyorsun? dedi.

Bütün bu misallerle beraber konuyu hülasa etmek gerekirse şunları söyleyebiliriz.

Mu’tezile’ye göre fiilleri yaratan kuldur; yine kuldan südûr eden her fiilin fâili de kuldur. Mevlâna’ya göre ise kul ancak duygu ve düşüncesi ile bu fiilleri yaratabilir. Duygu ve düşüncelerini kendisi yaratmadığı ve kendisinden südûr eden fiiller de bu duygu ve düşüncelerle yaratıldığına göre kul kendi fiillerinin hâlikı olamaz. O halde yegane yaratıcı Allah’tır.

Kulun fiillerinden hasıl olacak iyi veya kötü şeylerin faydası da kulun zannettiği gibi değildir; Cenab-ı Hakk’ın dilediği ve bildiği gibidir.

Sünnet ehli bilginlerinin görüşlerine açıklık getiren Mevlâna, konu hakkında şöyle söyler; “Peygamberler dediler ki evet Allah çekinip kurtulmaya imkan bulunmayan nitelikler yaratmıştır. Fakat geçici nitelikler de yarattı ki onları terketmek mümkündür. Herkesin nefretini kazanan kişi, o sıfatları terkeder, huylarından vazgeçerse herkesin sevgisini kazanır, herkes ondan razı olur... Kuma toprak ol dersen acizdir, toprak olamaz. Ancak toprağa balçık ol dersen bu öz yerindedir. Toprak balçık olabilir. Allah insana topallık, yassı burunluluk, körlük gibi çaresiz illetler vermiştir. Ama, ağız, yüz çarpıklığı ya da baş ağrısı gibi kimi hastalıklar da vermiştir ki, bunlara çare vardır...” Mevlâna başka bir örnekle de insanın irade özgürlüğünü belirtmeye çalışıyor: “Ey gönül, cebirle özgürlüğü birbirinden ayırdetmek için bir örnek getir ki, ikisini de anlayasın: Titreme hastalığından dolayı titreyen bir el, bir de senin titrettiğin el. Her iki hareketi de bil ki, Allah yaratmıştır. Ancak bu hareketi onunla karşılaştırmaya imkan yoktur. Kendi seçiminle el oynatmandan pişman olabilirsin. Ancak titreme hastalığına tutulan bir adamın pişman olduğunu ne zaman gördün.”

“Biz su üzerindeki kûse gibiyiz. Kûsenin su üzerinde gitmesi, kendi ihtiyariyle değil, suyun irade ve hükmü iledir. Bu, genel olarak böyledir. Yalnız bazıları suyun üzerinde olduklarını bilir, bazıları bilmezler.”

Mevlâna, insanın sorumluluğunu bir örnekle anlatıyor: Adamın biri bir bağa girmiş, zerdali ağacını silkerek meyveleri yemeye başlamış. Bunu gören mal sahibi “Allah’tan korkmuyor musun?” deyince, ‘Neden korkayım, ağaç Allah’ın ağacı, ben de Allah’ın kuluyum. Allah’ın kulu, Allah’ın malını yiyor." karşılığını vermiş. Bunun üzerine bağ sahibi adamı bir ağaca bağlayarak bir sopa ile iyice döğmeye başlamış. Sopanın acılarına dayanamayan adam, bağ sahibine “Allah’tan korkmuyor musun?” deyince, bağ sahibi “Niçin korkayım? Sen Allah’ın kulusun, bu da Allah’ın sopası, Allah’ın sopasını Allah’ın kuluna vuruyorum.” demiş. Böylece Mevlâna adamın çalma fiilinden dolayı sorumlu olduğunu vurgulamıştır. Demek ki, Mevlâna her şeyin Allah’ın bilgisi ve gücü içinde olduğunu kabul etmekle birlikte insanın sınırlı bir özgürlüğünün bulunduğunu vurgulamaktadır. Bundan dolayı da insanı sorumlu tutmaktadır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://med-cezir.eniyiforum.org

HZ MEVLANA'nın Kader Yaklaşımı

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: ABİDE ŞAHSİYETLER :: Evliya Hayatları :: Mevlana -

/

Yetkinforum.com | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar