Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08
Mesaj Sayısı : 594
Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor
Konu: ENVER PAŞA (BEŞİR AYVAZOĞLU) C.tesi 29 Kas. 2008, 15:13
Çocuk denecek yaşta okuduğum kitaplardan ikisini hiç unutmam: Iki Devrin Perde Arlwsı ve İttihat ve Terakki İçinde Dönenler*.
AC_FL_RunContent( 'codebase','http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=7,0,19,0','width','200','height','160','hspace','20','vspace','20','align','right','src','reklam/bankasya_0708_kredikarti_aksiyon_sitegeneli_200x160','quality','high','pluginspage','http://www.macromedia.com/go/getflashplayer','movie','reklam/bankasya_0708_kredikarti_aksiyon_sitegeneli_200x160' ); //end AC code
Macera romanıarıgibi nefes nefese okuduğum bu kitaplar bende yakın tarihe karşı çok büyük bir ilgi uyandırmıştı. İttihat ve Terakki'nin örgütlenme çalışmaları, gizli buluşmalar, komitacılar, eşkıya takipleri, Enver ve Niyazi Bey'lerin dağa çıkmaları, Kolağası Niyazi Bey'in geyiği, İkinci Meşrutiyet'in ilanı, 31 Mart Vak'ası, Hareket Ordusu, Sultan Abdülhamid'in hal'i, Babıilli Baskını, Mahmut Şevket Paşa'nın katı i, siyasi cinayetler, Teşkilat-ı Mahsusa'nın faaliyetleri, Yakup Cemil'in idamı vb. Macera romanları gibi dedim, ama doğrusunu isterseniz, hiç bir roman, Devlet-i Aliyye' nin son yirmi yılı kadar heyecan verici ve dramatik değildir.
Bu romanın en önemli kahramanı, hiç şüphesiz, yetmiş dört yıldır yattığı Duşanbe' deki kabrinden alınarak geçen hafta sonu İstanbul'da, Abide-i Hürriyet tepesindeizi şehitliğe devlet töreniyle defnedilen Enver Paşa'dır. 6 Aralık l882'de İstanbul'da doğan ve babası "kondüktör" Ahmed Bey'in görevi dolayısıyla bulundukları Manastır'ın ünlü Askeri Rüşdiye ve İdadi'sinde okuyan Enver, gerek bu mekteplerde, gerekse Mekteb-i Harbiye'de, çok hırslı olmasına rağmen, büyük başarılar gösteren bir talebe değildi, fakat çalışkandı. Bütün Harbiyeliler gibi, Abdülhamid aleyhtarı propagandalardan etkilenmiş, hatta bir keresinde bir şüphe üzerine Yıldız'da sorgulanmış olmakla beraber, öncelikli hedefi, Harbiye'yi başarıyla bitirip Erkanıharp eğitimi görmek ve subayolarak ülkesine hizmet etmekti. Nitekim son bir hamleyle Mekteb-i Harbiye'yi dokuzuncu, böylece hak kazandığı Erkanıharp eğhimini de sınıf ilzincisi olarak tamamlamayı başardı.
Ocak 1903'te, yani mezuniyetinin hemen ardından Erkanıharp Yüzbaşısı rütbesiyle Manastır'Daki 13. Seyyar Topçu Alayı'na tayin edilen genç Enver, Bulgar çetelerini tenkil maksadıyla yapılan harekata katıldı. Bundan sonraizi hayatının yönü bir cadı kazanına benzeyen Balkanlar'da belirlenecekti. Esasen babası Ahmed Bey Manastırlı'ydı ve Koca Ağa adlıbir Gagavuz (bir başka rivayete göre Macar) mühtedisinin soyundan geliyordu. Manastır, Koçana, Üsküp ve İştip'teki çeşitli askeri birliklerde kısa süreli görevlerde bulunduktan sonra, Manastır Mıntaka-ı Askeriyesi Ohri ve Kırçova mıntıkıları müfettişliğine tayin edildi, ardından kolağası oldu ve bu görevi sırasında Bulgar, Rum ve Arnavut komitacılarının takip ve tenkili amacıyla yapılan askeri harekatta ciddi başarılar gösterdi. Bu başarılar sayesinde nişan ve madalyalarla ödüllendirildi, daha da önemlisi fevkalade olarak binbaşılığa yükseltildi (13 Eylül 1906).
Henüz 24 yaşındaydı ve genç erkanıharbin hızlı yükselişi başlamıştı. Selanik'te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne on ikinci üye olarak o günlerde katılması ilginç bir tesadüftür. Bu cemiyetin bir şubesini de Manastır'da kuran ve Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti'yle birleşilmesinde katkıları bulunan Enver, belki de Bulgar, Rum ve Arnavut komitacılarıyla çarpışırken edindiği ataklığın ve "misyon" vehminin bir neticesi olarak, Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey için cemiyetin verdiği ölüm kararının uygulanmasında rol aldı; suikasttan şans eseri yaralı olarak kurtulan Nazım Bey, Enver'in eniştesi, yani kızkardeşinin kocasıydı. Bu hadise, Enver Bey'in misyon hissinin (veya vehminin) derecesini göstermesi bakımından son derece önemlidir.
İstanbul'a Manastır ve Selanik'ten ulaşan istihbarat raporlarıyla zaten şüpheliler listesine girmiş olan ve suikast hadi Enver Bey, bu çağrıya uymayarak gizl , dağa çıktı; "vazifesinin ulviyyeti"ne bütün kalbiyle inanıyordu, "vatanın selameti için ölecekti." Niyazi Bey de Resne'de dağa çıkmıştı. Bu, Merkez-i Umumi'nin he. nüz bir kararı bulunmamakla beraber, açıkça isyan demekti. Artık o da bir çeşiıkomitacıydı, kendi ifadesiyle "takip ettiği çete reisierine benzemişti." Esasen İ ttihat ve Terakki'nin asıl gücünü, zamanla Make. donya dağlarında takip ettikleri çetelere benzeyen ve onların taktiklerini ve müca. dele usullerini benimseyen genç zabitler teşkil ediyordu. Cemiyet, sonuna kadar komitacılık ruhunu koruyacak, devleti de komitacı mantığıyla yönetecekti.
Bu gelişmeler yönetimi harekete ge. çirmişti; ancak çeteleri tenkil maksadıy.! la Manastır'a Fevkalade Kumandan o. larak gönderilen Birinci F erik Şemsi Paşa, Mülazım Atıf tarafından vurular~ öldürüldü. Cemiyet'in, sonuçları ba., mından en önemli eylemi bu suikasttıı Şemsi Paşa'nın yerine gönderilen °, man Fevzi Paşa da dağa kaldırılınca İtti.: hat ve Terakki'nin çok büyük bir güce sahip olduğu inancı inanılmaz bir hızlı yayıldı. Meyve artık olgunlaşmıştı; A vusturya'nın Arnavutluk'la ilgili emellerini protesto etmek amacıyla topla nan yirmi bin kadar Arnavut'un göste. risini ustalıklı bir manevrayla kendi a. maçlarına yöneitmeyi başaran Cemiyet Saray'ı telgraf yağmuruna tutarak Ka. nun-i Esasi'nin yürürlüğe konulma. sını ve Mec1is-i Mebusan'ın toplantıya çağrılmasını talep etti, üstelik eyleminin sonucunu beklemeden Manastır'da "hürriyet"i ilan ediverdi. İş artık çığı. nndan çıkmıştı; Sultan Abdülhamid baskılara boyun eğmek zorunda kaldı ve ertesi gün (24 Temmuz 1908) Hey'et-i Mebusan'ın toplanması için gerekenin yapılacağı ilan edildi.
Bütün ittihatçılar, hürriyet ilan edilince "ittihad-ı amlsır"ın hemen gerçekleşivereceğine saf saf inanıyor veya inanmak istiyorlardı. Resneli Niyazi Bey'le Enver Bey, çeteci olarak çıktıkları dağlardan "kahraman-ı hürriyet" olarak indiler. Hürriyeti, Rum Bulgar ve Arnavut çetecileri daha çok alkışlıyorlardı.
Enver Bey, kısa bir müfettişlik görevinden sonra, Merkez-i Umumı tarafından Berlin'e askeri ata şe olarak gönderildi. Aralıklı olarak iki yıl kadar bu görevi yürüten kahraman-ı hürriyet, Berlin'den de fanatik bir germanofil olarak dönecekti.
Berlin'deki ataşeliği sırasında birkaç defa İstanbul'a gelmek zorunda kalan Enver Bey, i i Mayıs'taki gelişinde Sultan Reşad'ın yeğenIerinden Naciye Sultan'la nişanlanarak gücüne yeni bir güç kattı. Yıldızı gittikçe daha fazla parlıyordu; İşkodra'da çıkan Malisör isyanının bastırılmasında oynadığı rol ve filmlere konu olacak kadar maceralı bir yolculukla gittiği Trablusgarp'ta İtalyanlar'a karşı, Makedonya dağlarında komitacılarla savaşırken inceliklerini öğrendiği gerilla savaşı usulleriyle verdiği mücadele, Enver adının bir efsane haline gelmesine yetmişti. 1912 yılı sonla~da Balkan Sava- isyana katılmak üzere Bingazi'den ayrılıp yine !ilaceralı bir yolculukla Istanbul'a döndü. Ardından Babıali Baskını, sadaretten zorla uzaklaştırılan Kamil Paşa'nın yerine Mahmut Şevket Paşa'nın getirilmesi, Paşa bir suikasta kurban gidince İttihat ve Terakki'nin yönetime fiilen el koyması... Enver artık fırkanın askeri kanadının tek hakimiydi. Edirne'nin geri alınması şöhretini iyice pekiştirdi. Ve yıldırım hızıyla miralay, mirliva ve ardından Harbiye Nazırı oluverdi. Kısa bir süre sonra da Saray'a damat...
Devrin şartları ve başarıya susamışlık, bugün olduğu gibi, o gün de küçük başarıları büyütüyor, bu başarıların sahiplerini çok zaman hak etmedikleri konumlara yükseltiyordu.
Enver Paşa Harbiye Nazırlığı ve Erkiin-ı Harbiyye-i Umumiyye Reisliği koltuklarına oturup Deviet-i Aliyye'nin kaderini avuçlarına aldığı tarihte (8 Ocak 1914) henüz otuz iki yaşındaydı. Ataktı, savaşı seviyordu. Almanya'daki ataşeliği sırasında edindiği dostlarından birine gönderdiği 7 Temmuz 1913 tarihli şunları yazmıştı: "Biliyor musunuz, sizin defne yaprağınızı henüz hak etmedim ama, dört koldan çalışıyor, çok ciddi hazırlanıyoruz. Eğer Balkanlar' daki anlaşmazlık devam ederse harp çıkar. Bu da Türkiye için hayat demek. " Bu cüssesi küçük, ihtirası büyük adam için savaş gerçekten hayattı! Birçok kaynakta özellikle belirtilen tevazuunun arkasında aslında Napolyon'luk ihtirası yatıyordu. Bunun için Harbiye Nazırlığı görevine başlar başlamaz, Devlet-i Aliy ye'yi savaşa sokmadan ayakta tutmaya çalışan yaşlı ve ihtiyatlı Abdülhamid paşalarının hemen hepsini emekliye ayırıp genç subayları önemli görevlere getirdi. Aslında Meşrutiyet'e filan aldırdığı yoktu; bir asker olarak ordunun mutlakiyetine inanıyor, iktidarı paylaşmak isteyen bütün vasat kafaları ezmek gerektiğini düşünüyordu. Gustave Le Bon'un kanaatleri 0nun da kanaatiydi: "Cumhuriyet'ten önce Fransa'da tek despot vardı, şimdi yüzlerce. Çünkü bütün mebuslar kendi iktidarlarını hissettirmeye çalışıyorlar. "
Nitekim ıttihat ve Terakki'nin devr-i iktidarında Kanun-ı Esası ve Meşrutiyet, dolayısıyla hürriyet sadece laftan ibaret kaldı. Estirilen terörle muhalifler sindirildi. Arkasında komİtacılık alışkanlıklarının ve zihniyetinin yattığı ittihatçı yönetimi, Sultan Abdülhamid'e isnad edilen istibdada rahmet okutuyordu. Ve Berlin'deki iki yıllık ataşeliği sırasında iflah olmaz bir germanofil haline gelen Enver Paşa, Devlet-i Aliyye'yi gözünükırpmadan Birinci Cihan Harbi ateşinin içine atıverdi. Vatanseverdi, doğru! Atak ve gözüpek bir askerdi, doğru! Kahramandıve yurdundan çok uzaklarda kahramanca şehid olmuştu, doğru!
Enveriye adı verilen askeri bir başlık ve güya okuma yazmayı kolaylaştırmak için, sesli ve sessiz harflerin ayrı ayrı yazılması esasına dayanan bir yazı stili icat etmişti, yani kendi çapında bir devrimciydi, o da doğru! Kültürlü bir adamdı, Almanca ve Fransızca'yı çok iyi biliyordu, hatta Hitler gibi ressamdı! Fakat bir imparatorluğun kaderi onun ellerine teslim edilemezdi, gençti, tecrübesizdi, maceraperestti ve savaşı sadece taarruz zannediyordu. Bütün büyük taarruzlarında kaybetti. Allahüekber dağları şahittir.
Enver Paşa, küçük başarıların, büyük başarısızlıkların adamıydı.
* Semih Nafiz Tansu: İttihat ve Terakki İçinde Dönenler (Anlatan: Galip Vardar), İnkılap Kitabevi, İstanbul 1960; İki Devrin Perde Arkası (Anlatan: Albay Hüsamettin Ertürk), Pınar Yayınevi, İstanbul 1964.