Ay ve Güneş
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Ay ve Güneş

/

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Video BölümüVideo Bölümü  
SIK KULLANILAN BÖLÜMLER
Tıkla Dinle Kutucukları & Maneviyat& Aşk ve Sevgi & Lakırdı Ovası & SEYR-i ALEM & DİVAN-I EDEBİYAT
GİTMEK İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜN İSMİ ÜZERİNE TIKLAYIN
EN SON GÖNDERİLEN 10 MESAJ
Konu Yazan GöndermeTarihi
Salı 05 Şub. 2019, 11:07
Cuma 25 Ocak 2019, 12:06
Salı 04 Ara. 2018, 09:09
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:29
C.tesi 17 Şub. 2018, 10:26
C.tesi 17 Haz. 2017, 13:04
Perş. 25 Mayıs 2017, 09:45
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:58
Cuma 12 Mayıs 2017, 09:56
Perş. 04 Mayıs 2017, 09:33

Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
mcnn38
Admin
mcnn38

Erkek
Yaş : 43 Kayıt tarihi : 04/09/08 Mesaj Sayısı : 1871 Nerden : Geliyon İş/Hobiler : Yaşamak Lakap : GARİB

MesajKonu: Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim Icon_minitimeC.tesi 17 Ocak 2009, 18:57

Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim Kursu
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) çok hassas ve duyarlı bir ruha sahip idi. Çevresine bakınca insanların bakışlarından onların içlerini okur; bakışlara göre insanları ve onların duygularını hisseder, olumsuz şeyleri sineye çekerdi.






Zaten bu kadar hassas ve duyarlı olmasa idi onun için semâ âlemlerine kapı aralanması da mümkün olmazdı. O (sallallahu aleyhi ve sellem), fizik ile metafiziği birden duyan ve yaşayan bir ruha sahip olmakla beraber yarım adım atarak hemen öbür âleme geçebilecek derecede bir enginliğe sahipti. Bir yetimin ağlamasıyla ızdırap duyar, hatta bazen hıçkıra hıçkıra ağladığı da olurdu. Tabii mukavemet gereken yerde de mukavemetini gösterirdi.

Üstad Bediüzzaman hazretlerinin de ifade ettiği gibi, zıt sıfatları nefsinde cem etmesi O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) engin bir yanı ve peygamberliğinin de deliliydi.

Gelin şimdi bu ölçüde yüksek bir duyarlılığa sahip olan o nebinin hayatının akışını gözden geçirmeye çalışalım: O hassas ruh (aleyhi ekmelü't-tehaya), çocuk yaşta iken yetimlik yaşamış, iki-üç yaşında iken annesinin kocasız dul bir kadın olduğunu derin derin içinde hissetmiştir. Hayatı boyunca da bu hisleri hep ruhunda duymuştur. Daha sonraki hayatı da uzun süre bir dedenin evinde geçmiştir. Bütün âlemin babası vardır, ama O (sallallahu aleyhi ve sellem) babasını daha doğmadan kaybetmiştir.

Hayatı dört -veya daha kuvvetli rivayete göre altı- yaşına kadar böyle geçmiştir. Tam anasını idrak edip sıcaklığını ve okşamalarını duyacağı an o da ötelere göç etmiştir. Sekiz-on yaşına girince annesi gibi dedesi de O'nu bağrına basıp "evladım" deyince Allah, onu da huzuruna almıştır. Aslına bakılırsa bunların her bireri kendi çapında çok büyük değişik birer imtihandır. Bi'set-i seniyyenin 8. senesinde -ki bu seneye senetü'l-hüzn veya âmu'l-hüzn denmiştir- Cenab-ı Hak, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) iki dayanağı sayılan Hz. Hatice'yi ve Ebû Talib'i de almıştır.

Bunların hepsi derinlemesine düşünüldüğünde her birinin ayrı dalga boyunda büyük birer imtihan ve ibtilâ olduğu anlaşılacaktır. Adeta Nebiler Serveri iç içe imtihanlar ve ibtilâlar yaşamıştır. Öyle ki sebepler açısından hiçbir hâmisi kalmamış ve sanki Cenab-ı Hak O'na fiilen: "Senin başka hâmin olmamalı. Ben sana yeterim. Sen sürekli "Hasbunallahü ve ni'me'l-vekil- Allah bize yeter, O ne güzel yardımcıdır." diyecek, sana inananları da arkana alacak ve onlara örnek olacaksın. Veyahut da "Hasbiyallâhu- Allah bana yeter" diyecek, tek başına bana dayanacak ve bana itimat edecek ve ruhunda sürekli bana teslimiyeti, tefvizi ve sikayı en âlî derecede yaşayacaksın." demektedir. Bu duyguyu bazen başkaları da ruhlarında derinlemesine hissetmiştir. Ahireti özleyip oraya gitme arzusu içlerinde tutuşunca bu hislerini mantıklarıyla baskı altına almış, ahirete tatlı tatlı yürümeye niyet etmişken geriye durmuş, şahsi kaderlerine razı olmuşlardır.

Hassasiyeti O'nun için büyük ızdırap vesilesiydi

Son olarak Allah Resûlü'nün hayat-ı seniyeleriyle alakalı bir hususu daha arz etmek istiyorum. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), arkadaşlarına öyle alışıktı ki, vefat-ı seniyelerine bir hafta kala başını kaldırıp ashabına bakmış, sonra tekrar başka tarafa çevirmiş ve ağlamaya başlamıştı. Daha sonra da bu hareketini tekrarlamıştı. Çevresiyle bile bu kadar alakadar olan ve onlara karşı derin bir alaka duyan bir insanın ne derin bir hassasiyete, ne engin bir duyarlılığa sahip olduğu her türlü açıklamadan vârestedir. Fazla söz zait, konuyu sizin idraklerinize havale ediyorum.

O (sallallahu aleyhi ve sellem) bu duyarlılık içinde oladursun bir gün etrafına gelip giden insanların ciddi tehdit altında olduklarını ve yanına rahat bir şekilde sokulamadıklarını görüyor; görüşmeler sağda solda hep kaçamak gerçekleşiyor. Bu durumda O (sallallahu aleyhi ve sellem), üç-beş kişilik meclisler teşkil edip onlarla yetiniyordu. O zamanlar hiç olmazsa eve döndüğünde de derdini dinleyecek ve kendiyle manevi alışveriş yapacağı, ufkuna göre bir zevcesi vardı. Ne var ki Allah (celle celaluhu), onu da elinden alınca sekiz-on (veya on-on beş) yaşlarındaki yetim çocukları ile baş başa kaldı. Bu arada onların en büyükleri olan Zeynep ve Rukiye kocaya gitmiş de olabilir. Valideleri vefat edince bütün dayanakları ve destekleri gitmiş oluyordu.

Bunun ne derece zor bir hadise olduğunu ancak böyle bir durumu kendimiz bizzat yaşayarak anlayabiliriz. Dışarıda O'nu tehdit eden bir şiddete mukabil, alışık olduğu evde yalnızlığın O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) verdiği ızdırabın derinliğini de varın siz kıyas edin. İşte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bu ölçekte sıkıntılara maruz idi.

Allah O'na bu tür imtihanları tattırıyor ve daha ağırlarına hazırlıyordu. Evet, O (sallallahu aleyhi ve sellem) daha hayatta iken çocuklarının ölümlerini görecekti. Zira O, arkadan gelen insanlara her hususta bir rehberdi. O'nun yolundakiler de aynı şeyleri çekeceklerdi. Ancak, bu kadar imtihana karşılık Efendimiz, hiçbir zaman feryad ü figan etmemişti. Bu gibi hadiselerin o ölçüde hassas bir ruhta nasıl tesir icra ettiğini ve sinesinde nasıl duyulduğunu Allah Resûlü'nün hassasiyeti içinde aramak ve anlamak lazımdır.

ÖZETLE:
1) Efendimiz çevresine bakınca insanların bakışlarından onların içlerini okur; bakışlara göre insanları ve onların duygularını hisseder, olumsuz şeyleri sineye çekerdi.
2) Allah Resulü, fizik ile metafiziği birden duyan ve yaşayan bir ruha ve yarım adım atarak hemen öbür âleme geçebilecek derecede bir enginliğe sahipti.
3) Efendimiz, hayatta iken çocuklarının ölümlerini görecekti. Zira O, arkadan gelen insanlara her hususta bir rehberdi. O'nun yolundakiler de aynı şeyleri çekeceklerdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://med-cezir.eniyiforum.org
mcnn38
Admin
mcnn38

Erkek
Yaş : 43 Kayıt tarihi : 04/09/08 Mesaj Sayısı : 1871 Nerden : Geliyon İş/Hobiler : Yaşamak Lakap : GARİB

MesajKonu: Geri: Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim Icon_minitimeC.tesi 17 Ocak 2009, 18:58

Her karesi imtihanla dolu bir hayat

Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'ye karşı olan alakası ve irtibatı da bizim herhangi birimizin kendi vatanına karşı olan irtibatından çok farklıdır. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinin Mekke'deki konumunun idrakinde olduğu gibi Sidretü'l-müntehâ'nın izdüşümü ve yerin göbeği olan Kâbe ile aynı memeden süt emmenin ve bununla beslenmenin de şuurundaydı


İşte bu derin alakaya rağmen kendisi için adeta ikinci bir eş olan Kâbe'den ayrılmak zorunda kalmıştı. O (sallallahu aleyhi ve sellem) hicretle, sadece yurdunu ve yuvasını değil her gün Cenab-ı Hakk'ın cemâlinin tecellîgâhı olan mübarek bir yeri bırakıp gitme durumundaydı. Bunun yanında O, Medine-i Münevvere'ye gittiğinde de on altı veya on sekiz ay Kâbe'ye doğru namaz kılamamıştı. Hadis-i şeriflerin umumu birden mütalaa edilince görülür ki, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) göz ucuyla hep oraya doğru hareketlenir ve bir nigâh-ı âşina ile "Kâbe'ye döndürülür müyüm?" şeklinde bir beklenti içine girerdi. Bunun üzerine Kur'an O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle diyecekti: "Elbette ilahî buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. (Artık müsterih ol, işte) memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz.

Haydi, şimdi yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir! Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz yüzünüzü oraya doğru çevirin!" (Bakara Sûresi, 2/144) Nebiler Serveri hicret esnasında Mekke'den ayrılırken bu duygularla dopdolu ve derin hislerle: "Eğer beni çıkarmasalardı senden çıkmazdım. Ey Kâbe! Allah şâhid ki seni çok seviyorum." demişti. Böylece Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yurttan yuvadan edilmenin yanı sıra Kâbe gibi bir mekândan edilmenin ızdırabını da sinesine basmıştı; basmıştı zira O (sallallahu aleyhi ve sellem), kendisinden sonra yurdundan ve yuvasından edilenlere örnekti. Bu itibarla denebilir ki "Efendimiz'in hayatının hiçbir karesi imtihansız geçmemiştir."

Yine bir keresinde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir yere gelip oturmuş ve bir dinsizin su-i kastına maruz kalmıştı. Bugün bazı medyada olduğu gibi, Efendimiz döneminde de hemen her gün bir kısım densiz, sürekli komplo peşinden koşar ve sürekli yargısız infazda bulunurlardı. O dönemde Nebiler Serveri'ne belki on defa suikast tertip edilmişti. Bazen Efendimiz'in başına taşlar atılmış bazen kılıçlarla üzerine gidilmişti. Bu tür olaylar öyle bir hal almıştı ki o büyük güven insanı (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine'de bir gün yalnız olarak hücre-i saadetlerinde yatarken, içinden, "Keşke birisi gelse, başımda beklese de biraz uyuyabilsem." şeklinde bir düşünceye dalmıştı. O öyle düşünürken Sa'd b. Ebî Vakkas, kılıcını kuşanmış olarak oraya gelmiş ve Efendimiz'in kim olduğunu sorması üzerine kendini tanıtmış ve "Allah'ın Resûlü rahat uyusun, size bir şey olmasın diye kapınızda bekleyeyim mülahazasıyla geldim." demişti.

Hayâdan buram buram terlerdi

İşin doğrusu Efendimiz'in hayatının hemen her bölümünde değişik imtihanlara dair kareler görmemiz mümkündür. Cenab-ı Hak Medine'de de O'nu korkuyla imtihan etmiştir. "Biz mutlaka sizi biraz korku ile biraz açlık ile yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!" (Bakara Sûresi, 2/155) ayetiyle buna işaret edilmektedir. Evet, O Rehber-i Küll (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir Savaşı münasebetiyle pek çok Ashabını kaybetmişti. Yani her şeye o derece katlanan Nebiler Serveri, arkasına aldığı ve belirli bir kerteye kadar beraber hareket ettiği Ashabı ile de imtihan olmuştu.

Evet, O (sallallahu aleyhi ve sellem) başına gelen sıkıntılarla imtihan olduğu gibi başlarına gelmesi muhtemel musibetlerin ağırlığını da her an ruhunda derin derin hisseden bir vicdandı. Mesela Efendimiz'e yakın olan insanlardan bazıları Bedir'de harp başlayacağı esnada şöyle diyebilmişlerdi: "Biz bir kervanı takip etmek ve Mekkelilerin elimizden aldığı mallarımızı istirdad etmek için bu yola çıkmıştık. Bizim harp mülâhazamız yoktu." Böyle bir söz sarf etmemiş olsalardı dahi ona böyle bir ihtimalin ne kadar ağır olduğu/olacağı ortadadır. Bu meseleyi, kendimizi başkasının yerine koyarak değil de O'na inanarak, O'nun için yurdunu yuvasını terk etmiş veya evini başkalarına açmış kimseleri düşündüğümüzde, O'na inanmış bazı insanların bunu veya benzerini söyleme ihtimalinin Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) için ne büyük bir imtihan olduğu anlaşılacaktır.

Rehber-i Küll, Mukteda-yı Ekmel ve Ekrem olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), musibetlere dayanma mevzuunda da bizim için bir numune teşkil ettiğini bu şekilde hayatıyla göstermiş oluyordu. Ayrıca O (sallallahu aleyhi ve sellem), örtüsü arkasında evlenmek bilmeyen bir genç kızın hayâsı içindeydi ve bir kadının yüzüne bakınca sıkıntıdan buram buram ter dökerdi. Bundandır ki, dinin teşrîî emirlerini başkalarına anlatırken ezvâc-ı tâhirâttan olan annelerimiz bazı konuları başkalarına izah etme lüzumunu duyarlardı. Efendimiz'in vazifesi tavzîh idi ama örtüsüne bürünmüş bir azrâ gibi o kadar hayâ ederdi ki teşrî' makamında olmasına rağmen anlatılması gereken hususları tavzih ederken terlerdi. Efendimiz bu iffetiyle ve mâsiyete karşı dayanıp dişini sıkma hususiyetiyle de ümmetine en güzel bir örnek teşkil ediyordu.

Netice itibarı ile diyebiliriz ki, bütün hayatıyla bizim için muktedâ-yı küll ve rehber-i ekber olan Efendimiz vasıtasıyla Allah'ın bize ihsan ettiği en güzel ve en mükemmel husus, O'na iktidâ ve ittiba hususudur. Rabb'imizin bizi O'na iktidâyla şerefyab etmesi ümidiyle...

ÖZETLE
1- Efendimiz, içindeki derin alakaya rağmen Kâbe'den ayrılarak sadece yurdunu ve yuvasını değil, Cenab-ı Hakk'ın cemâlinin tecellîgâhı olan mübarek bir yeri de bırakıp gitmiştir.
2- Efendimiz'in hayatının hemen her bölümünde değişik imtihanlara dair kareler görülür. O başına gelebilecek musibetleri ve bunların ağırlığını da her an ruhunda derinden hissederdi.
3- Efendimiz'in vazifesi tebliğ idi ama örtüsüne bürünmüş bir azrâ gibi o kadar hayâlıydı ki anlatacaklarını tavzih ederken terlerdi. O, iffetiyle de ümmetine güzel bir örnek teşkil ediyordu.
Not: Bu metinler Muhterem Hocamız'ın 70'li yıllarda cami cemaatinin sorularına verdikleri cevaplardan derlenmiştir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://med-cezir.eniyiforum.org
mevsim

mevsim


Yaş : Kayıt tarihi : 23/10/08 Mesaj Sayısı : 304 Nerden : İş/Hobiler : Lakap :

MesajKonu: Geri: Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim Icon_minitimeSalı 20 Ocak 2009, 08:24

Paylaşım için teşekkürler alkış
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Başka koruyanın olmamalı Ben sana yeterim

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ay ve Güneş :: RUH UFKU :: KÜRSÜ -

/

forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar