ALİ DEMİREL İşlediğimiz amellerimiz, imanın aksiyon hale getirilerek pratik hayata yansıtılmasıdır. İnsanın, kalbinin sonsuz iklimlerine açılıp, hakiki imana doğru kanatlanması iman-amel bütünlüğüyle mümkündür. Bu yüzden insan, inandığı istikamette yaşamak ve ayrıca ameliyle de inancına payanda vurmak zorundadır.
İman, ancak namaza devam, nefsi oruçla terbiye, gönülden cimriliğin -her çeşidiyle- atılması yollarıyla takviye edilir. Yine iman, iyiliği emir, kötülükten sakındırmakla güçlendirilir. Yani dinimizin temel esasları adına ne varsa, hepsi imanın sağından solundan, önünden arkasından birer payanda mahiyetindedirler. Bu yönüyle ibadet ve itaat, “Allah’a inandım” diyen insanların, O’nun önünde bel kırıp boyun bükmelerini ifade eder. Zira inanan bir insan, yaptığı ibadet ü taatle ancak Allah’la münasebetini ortaya koymuş, O’na gerçekten inandığını ispat etmiş olur.
İbadetler, kul ile Allah arasındaki münasebetinin kopmaz ipleridir. İnsan, bu ipleri sağlamlaştırdığı nispette, ruhî yönüyle gelişmiş, melekiyet durumunu inkişaf ettirmiş olur ki, kulluğun gerçek manası da budur. Bu bağın, bir hayat boyu devam ettirilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı Efendimiz; “İbadetlerin en faziletlisi, az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhari, Libas, 43) buyurmuşlardır. ***
Kalp ve ruhun uluhiyet alemiyle münasebeti ancak ibadetle inkişaf eder. Rabb’le münasebetin gelişmesi, bu mevzuda o azaların işletilmesine bağlıdır. Nasıl ki el ve ayakla yapılan hareketler, o istikamette el ve ayağın bir kısım şeylere alışkanlığını temin eder; öyle de ruh ve kalb, ibadetlerle bir kısım meselelere karşı yatkınlık kazanır, onlardan bir korku duymaz ve bedende bir yılgınlık hasıl olmaz. Ne uykunun ağırlığı, ne yemeğin lezzeti ne de hayatta başka zevkler, ibadete engel teşkil etmez.
Nasıl inançsızlık, bir bakıma alışkanlıklardan ibaretse, Allah’a kulluk da alışkanlıklardan ibarettir. İnsan, çoğu zaman uyanık bir şuurla Rabb’e kulluk yapma imkanını elde edemez. Fakat kalb ve ruhta kazanılan alışkanlıklar, kulun Rabb’le münasebetinde meydana gelebilecek boşlukları rahatlıkla atlatmasını sağlar. Mesela, sabahın erken saatinde kalkıp soğuk su ile abdest almak, yumuşacık bir yatakta istirahat etmekten nefsin daha ağırına gider. Ama insan, kazandığı alışkanlıklarla bütün bu zorlukları aşar ve kalkıp namazını eda eder, dolayısıyla Rabb’le irtibatında bir boşluğa meydan vermez. Bir başka zaman ise ruh ve kalb, Cenab-ı Hak’tan gelen meltemlerle ibadetleri duyma ve doyma içindedir, dudakta bin tebessüm gizli halde onları eda eder... ***
RUHUN GELİŞMESİ NE DEMEK?
İnsan, fıtratında hem hayvanattan hem de melekiyetten manalar taşır. Bu ulvî mananın kazanılması, ancak ibadete ağırlık verilip, hayvânî yönün köreltilmesiyle mümkündür. İbadetler, organlarla tekrar edilip içte duyulduğu nispette melekiyet zuhur eder ve insan kazandığı derecelerle yükselir. Diğer taraftan, Allah’tan uzak ve dünyaya bağlanıp kalma nispeti içinde eda edilen ibadetler, bir kısım formülleri icra etmeden ibaret kalır. Neticede ise Allah’la münasebet geliştirilmemiş ve insanın bu yanı güdük kalmış olur.
Kimin ruh ve iç alemine yönelik bir cehd ve gayreti varsa, onun için bir inkişaf söz konusudur. Yani kim bedenin zevklerini bir kenara itip ruhi gelişimine önem verirse yükselir. Bu bir Hindu, Brahman, Hıristiyan mistiği ya da başka biri olabilir, fark etmez. O, günlerce yemeden-içmeden durabilir, aylarca şehevî duyguları aklına gelmeyebilir. Ama, bir müminin bunu yapışıyla, bir Hıristiyanın ya da bir Budist’in yapışı arasında matlup (istenilen şey) itibarıyla bir fark vardır. Mümin, yaptığı her hareketinde bir mesafe alma yolunda, diğeri ise yerinde sayma ya da hoplayıp tekrar düşme durumundadır