PKK’nın açlık grevinin dramasını yazanlar, hangi belge olursa olsun ezberden ‘Özal vallahi billahi zehirlenmemiştir’ diyenler, Ergenekon davasını sulandırmaya çalışanlar, muhakkak ki bu iddiayı da ezberden yalanlamaya gideceklerdir. Şemdin Sakık’ın bir terörist olduğundan, dolayısıyla ona güvenilemeyeceğinden falan bahsedeceklerdir. Ve konuyla ilgili her söze bu cümlelerle başlayacaklardır. Hep birlikte göreceğiz, Şemdin Sakık’ın güvenilmezliğiyle ilgili haberleri... Ama ne kadar inkâr ederlerse etsinler, Ergenekon davasında önce gizli sonra da açıktan tanıklık yapan PKK’nın çok önemli isimlerinden Şemdin Sakık’ın ortaya attığı iddia, öyle yenilir yutulur cinsten değil. Bu iddia PKK’nın kimliğini, kişiliğini ve kimlerin oyuncağı olduğunu ayan beyan ortaya koyuyor. Sakık, 1993 yılında Bahtiyar Aydın komutasındaki askerlerin PKK’nın üst düzey yöneticilerini bir yerde kıstırdığını, tam sonuca gitmek üzereyken şehit edildiğini söylüyor. Ve diyor ki: “Bunu biz yapmadık.” Bahtiyar Aydın, tuğgeneral rütbesindeyken 1993 yılında Diyarbakır Jandarma Bölge komutanı oldu. Bölgede halka yakın ve yasa dışı şiddet yöntemlerini benimsemeyen bir asker olarak biliniyordu. Ancak aynı yılın 22 Ekim tarihinde Lice Asayiş Bölük Komutanlığı binası önünde vurularak şehit edildi. Olay, kamuoyuna PKK’nın saldırısı olarak duyurulmuştu. O dönemdeki Genelkurmay Başkanlığı da bu şekilde muamele etti Bahtiyar Aydın cinayetine. Ancak olayın söylendiği gibi olmadığı, Yüksekova çetesine yönelik soruşturmada gündeme geldi. Sorgulanan bir çete üyesi, verdiği ifadede Aydın’ın JİTEM tarafından öldürüldüğünü söyledi. Bu itirafa karartma yapıldı ve bir sonuç çıkmadı.
Bugün Şemdin Sakık da Ergenekon davasının görüldüğü mahkemede neredeyse aynısını söylüyor: “Tuğgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldüğünde ben de Lice kırsalındaydım. Elimizde telsiz vardı. Askerin elinde de vardı. Onlar bizi, biz onları dinler ve ona göre hareket ederdik. Lice’de dağlık bölgede de bir grubumuz vardı. Bahtiyar Aydın’ın vurulduğunu asker telsizinden duydum, hemen dağlık bölgedekilere sordum, onlar yapmadıklarını söyledi. Zaten örgüt, birini öldürdüğünde kabul eder. Hele tuğgeneral olsa, hemen duyurur. Ama biz yapmadık. Hâlâ bu olay aydınlanmış değil. O zaman paşayı devlet içinde bir grup vurdu. Hatta onu vuran asker de vuruldu. Bunu devlet yapmadığına göre devlet içinde bir devlet yaptı.”
PKK’nın üst düzey yöneticileri köşeye sıkıştırılmışken, tam haklarından gelinecekken, o operasyonu yapan general şehit edilerek PKK’nın hayatının devam etmesi sağlanıyor. Tıpkı yakın zamanda Uludere’de olduğu gibi!
Uludere faciası da askerin son dönemdeki operasyonlarıyla perişan olan PKK’nın imdadına can suyu gibi yetişmişti. Bu faciadan sonra askerî operasyonlar aylarca durdu. Böylece PKK hem fizikî olarak toparlandı hem de bölge halkı nezdinde perişan olmuş itibarını yeniden kazanmak için fırsat yakaladı. 1993 yılında yapılan PKK’yı kurtarma operasyonu, tarihin değişik zamanlarında olduğu gibi günümüzde de yapılmaya devam ediyor.
Hasılı Şemdin Sakık’ın Ergenekon davasında mahkemeye anlattıkları çok önemli. Bütün karartmalara, bütün sulandırma gayretlerine aldırmadan söylediklerini iyi okumak gerekir. PKK ile derin devletin ilişkisi sadece Şemdin Sakık’ın anlattıklarıyla sınırlı değil tabii ki. Sakık’ın bütün ilişkileri bilmesi mümkün değil. Sadece kendisine yansıyan, kendisinin şahit olduğu olaylarla ilgili konuşuyor.
PKK’nın ‘derin devlet’le ilişkileri çok daha derin, çok daha komplike...