Yaş : Kayıt tarihi : 09/09/08
Mesaj Sayısı : 594
Nerden : İş/Hobiler : Lakap : amcasını arıyor
Konu: İslâmcılık’tan geriye kalan Mümtaz'er Türköne Çarş. 22 Mayıs 2013, 12:59
Doktorların, inanılmazı başarmasını anlatan bir fıkradır. Yaşlı bir adam eceliyle öbür dünyaya göç ediyor.
Kış günü, cemaat tabutu taşırken buz tutmuş yolda kayıyor. Mevta, tabuttan fırlayıp uçurumdan nehre düşüyor. Tam o esnada balıkçılar dinamit patlatıyor, ceset fırlayıp karşı taraftaki askerî birliğin tel örgülerine yapışıyor. Nöbet tutan asker, düşman saldırısı zannedip elindeki makineli tüfeğin şarjörünü zavallı ölünün üzerine boşaltıyor. Komutan durumu görünce, telaşla ambulans çağırtıyor. Ceset, acil servise intikal ediyor ve başhekim iki saat süren ameliyat sonrasında gazetecilerin karşısına çıkıyor: “Çok zor oldu, ama geldiğinde hiçbir yaşam belirtisi olmayan şahsı hayata döndürmeyi başardık.” Yasin Aktay gibi, İslâmcılığın hâlâ yaşadığını iddia edenlere verilebilecek başka bir cevap bulamıyorum. Benim neslim, siyasî kimliklerini Soğuk Savaş’ın ideolojik operasyonlarında edindi. Bu yüzden olsa gerek, konturları kalın, köşeli ve sert ideolojileri yumuşattıkları zaman, o kimliklerin hâlâ yaşadığını zannediyorlar. İçinizdeki çocuk gibi, gençlik hayallerinin umutsuzca yaşatılmasına benziyor.
Bütün ideolojiler soyut muhakemeleri severler; çünkü gerçekleri teorilere sığdırmakta zorlanırlar. İslâmcılık muhalefette iken dört başı mamur bir eylem çağrısı ve iktidar programı idi. İktidar olduğunda? Eyleme gerek kalmaz, programlar görevini tamamlamıştır. Şimdi iktidara gelmenin değil, iktidarda kalmanın araçları bulunacaktır. Verdiğim örnek, bugün hâlâ direnen, muhalefet eden İslâmcılarla, İslâmcılığın iktidarda da var olabileceğini iddia edenleri karşı karşıya getirmeye yeter. Başbakan’ımız Mısır’a gidip, İhvancıları karşısına alıp “Ey Mısırlılar, din ile devlet işlerini birbirinden ayırın” dediği zaman İslâmcılığın artık yaşamadığına hükmetmekten başka çare var mıydı? Öbür taraftan birileri İslâmcılığı yaşatma adına, bu seslenişe karşı çıksaydı ve bu mesaj İhvan-ı Müslimin’e ulaşmasaydı, bugün Mısır’ı hâlâ askerî cunta yönetiyor olmayacak mıydı?
Zeytinburnu Belediyesi’nin düzenlediği ve üç gün boyunca toplam 49 tebliğ ile İslâmcılığın tartışıldığı sempozyum, kalanlarla gidenleri karşılaştırma imkânı verdi. İdeolojiler dünyası, akıl ve teoriden ziyade duygularla var oluyor. Ateşli taraftarları ve keskin karşıtları olmadan bir ideolojinin yaşadığına hükmetmek çok zor. Sempozyum boyunca hissettiğim, benim tezimi destekler mahiyette bir tükenmişlik tablosu idi. İslâmcılık, sahanın otoriteleri tarafından tartışılırken salonda, kaybolmuş medeniyetlerin harabelerinde kazı yapan bir arkeoloji ekibinin telaşsız ve titiz işçiliği ve bu ilginç manzarayı izlemeye gelen gezi heyetlerinin saygılı ve sabırlı gözlemleri atmosfere hakimdi. Kayda değer ve bilinmeyen orijinal bilgi ve tezler ortaya atıldı. Hamza Türkmen’in verdiği bir bilgi sarsıcı idi. 1960’lı yıllarda, Müslüman Kardeşler’in kurucu isimlerinden Seyyid Kutup’un cihad çağrısı yapan kitapları, MİT tarafından Türkçeye tercüme ettirilmiş. Sebep, güçlenen Marksist siyasi akımlarla rekabet edecek bir siyasi akımın oluşturulması imiş. Soğuk Savaş döneminde işleyen mekanizmanın uzantılarını belki daha derinlerde aramak gerekecek. Necdet Subaşı’nın, İslâmcılığın devlete yaklaştıkça muhafazakârlaştığı, topluma yaklaştıkça radikalleştiği tezi de, dün ve bugün arasında mukayese yapıp AK Parti iktidarını anlamak isteyenler için anahtar niteliğinde. İslâmcılığın ölmesi, Soğuk Savaş’ın ideolojiler çağının geride kalması anlamına geliyor. Anti-tezi olmayan bir ideolojinin yaşama alanı kalmaz. Anılardaki sıcaklığını nostalji arayanları tatmin edecek nisbette korur; ama bugünün sorularına seri cevaplar veren bir referans olmaktan çıkmışsa, kimse bu referansa müracaat etmiyorsa hayatını sürdürdüğünü kimse iddia edemez. Bölgemizde giderek sertleşen reelpolitik rekabetin mermi ve bomba sesleri arasında, ideolojilerin hassas iç ritmine uygun adımlar atmak mümkün mü?