Yaş : 44
Kayıt tarihi : 04/09/08
Mesaj Sayısı : 1871
Nerden : Geliyon
İş/Hobiler : Yaşamak
Lakap : GARİB
Konu: Kürsü : Hatalara hayat hakkı tanımamak gerek Paz 30 Kas. 2008, 15:17
Hatalara hayat hakkı tanımamak gerek
Cenab-ı Hak bizleri İman'a ve Kur'an'a hizmette daim kılsın. Şu hayat yolunun neresinde bariyerler açılıp "haydi yolun dışına" denilecek belli değil. Bir-iki dakika içinde, "sizi dışarıya alıyoruz" diyebilirler.
İnsan O'na giderken, kalbi O'nunla irtibat içinde, hizmet düşüncesiyle dopdolu olmalı ve hayırlı bir işle meşgulken gitmeli. Evet, hayatın bazı anları nuranî geçmemiş, kirli dakikalar da yaşanmış olabilir; fakat sonuç, akıbet ve netice çok önemlidir. Hani bazen, şimdilerde de çok konuşulan pişmanlık yasasını değerlendiriyorlar; zindanlık bir insan, "pişman oldum, iyi bir insan olmaya azm ü cezm ü kast eyledim" deyince onu pişmanlık yasasına tabi kılıyorlar.
Ahiretle alakalı mevzularda da böyle bir pişmanlık affa vesile olabilir; fakat insan elinden geldiği kadar hayatında kirli bir sayfa bulunmamasına dikkat etmelidir. Bunu umumi manada kullanıyorum, ne zihnî, ne ruhî ve ne de hissî bir kirlenmeye fırsat vermemelidir. Ferdin hayatında, yaşama hakkı en az olan şeyler hatalar ve günahlar olmalıdır. Kul, tabiatı gereği bazen sürçse ve düşse de hemen kalkıp doğrulmasını bilmeli, sürçme ve düşme sürelerini en aza indirmelidir. Kul kayıyorsa, bir inhiraf yaşıyorsa o mevzuda yapılması gerekli olan şey, hemen Allah'a yönelme, tevbe- inabe- evbe kulvarına girmedir. Kendisini affedebilecek bir Rabb'i olduğunu bilme, "yine düştüm, yine sütü devirdim, bir daha yaramazlık yaptım; ama pişmanım ve hacalet içindeyim" deme, içine düşülen kötü durumdan hemen uzaklaşmaya çalışma çok önemlidir.
Bu meseleyi çok tekrar etmemi garipsemeyin. Kendi akıbetim hakkında olduğu gibi, kardeşlerimin akıbeti hakkında da korkuyor, ürperiyor ve en hayatî mesele olan ebedî saadeti yakalama mevzuunda birbirimizi teyakkuza davet etmenin gereğine inanıyorum. -Hafizanallah- hiç kimsenin, mesela, birine bağırıp çağırırken, kin duyarken, kalben biraz kirlenmişken ölüme yürümesini arzu etmiyorum.
Belki Allah'ın hususi bir iltifatı vardır, O'nun yolunda başkalarından farklı gayret gösterenlere. Bediüzzaman hazretleri bu hususu Kur'an talebelerinin imanla kabre girecekleri şeklinde bişaretlendiriyor. Diyor ki, herkes birbiri hakkında duacı olduğundan dua külliyet kesbediyor.. Kur'an dairesindekiler sadece tek bir şahıs olarak dua etmiyor, milyonlar ağızlar şeklinde duaya duruyorlar. İhvanena, ehavatina...(kardeşlerimiz, bacılarımız..) deyince ne seviyede olursa olsun, işin tam altına girmişlerin yanında, Kur'an hizmetinin kenarından köşesinden, bir ucundan tutmuş, "sadece duayla bile olsa benim de payım bulunsun" diyen her insan o sözün içine girer. Sen'den başka kapı mı var ki ona gideyim?
Hastalıklı halinde insan bunları daha derinden hissediyor. Hissetmeli de aslında. Paniğe, ölüm endişesine kapılacağına, -nasıl olsa yolculuk bir vak'a ve önü alınmıyor-, o daracık hayat koridorunu veya hendeğini atlarken o atlama işini çok iyi değerlendirmeli. Bütün benliği ile Allah'a bağlanmalı ve böylece öbür tarafta temiz bir yere düşmeli.
Keşke bizim gönlümüzü her an muhasebe duyguları kaplasa ve nefis muhasebesine dair sözler bizim vird-i zebanımız olsa. Kendi vicdanımızı söyletsek. "İşte kabrime girdim kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin afv u rahmetini intizar ediyorum." deyip her an herkesin başına gelebilecek olan ölümü yaşıyor gibi olsak ve şöyle devam etsek: "Eğer kemal-i rahmetinle beni de kabul edersen, mağfiret edip rahmet edersen, zaten o Senin şanındandır. Çünkü Erhamurrâhiminsin. Eğer kabul etmezsen; Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Sen'den başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Sen'den başka hak Mâbud yoktur ki, ona iltica edilsin!..."
Evet, günah ve hataların ötesinde Cenab-ı Hakk'ın rahmeti var, O dilerse çok küçük şeylerden dolayı da affeder. Hem Üstad'ın, hem İmam Gazalî'nin ve hem de Muhasibî'nin dediği gibi hayattayken insan korkuyla tir tir titremeli; ama çaresiz kaldığı ölüm anında ümide ve recaya sarılmalı ve "Ya Rab, benim hiç sermayem yok; sadece "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah"la Sana geliyorum" demeli. Sekerat-ı mevtte recaya sığınmalı ve "Artık elimden bir şey gelmez; fakat Senin rahmetin melceimdir, rahmeten lilâlemîn olan Habîbin de şefaatçim." duygusunda olmalı. Ne var ki, o zorlu dakikalarda bu hali yakalayabilmek her şeyi yerli yerine koymaya ve temiz olup temiz kalmaya bağlıdır.
İnsan, iyilik yapma, iyi bir kul olma, her işi ihlasa bağlama hususunda katiyen kanaatkâr olmamalı.. kulluk hususunda hırsla, ölesiye daha iyiyi, daha güzeli talep etmeli. Başka türlü davranmak dûn himmetlik olur.
Üzerindeki lütufları, elde ettiği başarıları kendi kabiliyeti, istidadı ve becerilerine bağlayanlar manen terakki edemezler. İşleri Allah'a verince Cenab-ı Hakk ruhta bir inkişaf yaratır. Zannediyorum, herkes kendi hayatı açısından meseleyi değerlendirse bir tarafa çekilmiş, çağrılmış, hatta bir hayır yoluna zorla sürüklenmiş olduğunu görür. Çok samimi talebe olduğumuzu söyleyemeyiz. Bir Bediüzzaman Hazretleri gibi kendimizi yürekten bu işe verdiğimizi, hiç sönmeyen bir heyecanla, bütün mülahazaları kafamızdan atarak milletimize hizmet ettiğimizi söyleyemeyiz. Fakat böyle işin kenarından köşesinden tutuyorsak, uhrevî yanı itibariyle bu bile Cenab-ı Hakk'ın büyük bir lütfudur. Yoksa bütün bütün zayi olup gideriz. Kabiliyetimiz değil, istidadımız değil, O'nun lütfu sadece.
ÖZETLE 1- İnsan ahirete, hayırlı bir işle meşgulken yürümeli. Hayatın bazı anları nuranî geçmemiş, kirli dakikalar da yaşanmış olabilir; fakat, akıbet ve netice çok önemlidir. 2- Ferdin hayatında, yaşama hakkı en az olan şeyler hatalar ve günahlar olmalıdır. Kul, tabiatı gereği sürçse ve düşse de hemen kalkıp doğrulmasını bilmelidir. 3- İyilik yapma, iyi bir kul olma, her işi ihlasa bağlama hususunda katiyen kanaatkâr olmamalı, kulluk hususunda hırsla, ölesiye daha iyiyi, daha güzeli talep etmeliyiz.